وَاَصْحَابُ مَدْيَنَۚ وَكُذِّبَ مُوسٰى فَاَمْلَيْتُ لِلْكَافِر۪ينَ ثُمَّ اَخَذْتُهُمْۚ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَصْحَابُ | ve halkı |
|
2 | مَدْيَنَ | Medyen |
|
3 | وَكُذِّبَ | ve yalanlanmıştı |
|
4 | مُوسَىٰ | Musa |
|
5 | فَأَمْلَيْتُ | ben de bir süre vermiştim |
|
6 | لِلْكَافِرِينَ | kafirlere |
|
7 | ثُمَّ | sonra |
|
8 | أَخَذْتُهُمْ | onları yakalamıştım |
|
9 | فَكَيْفَ | nasıl |
|
10 | كَانَ | oldu |
|
11 | نَكِيرِ | benim inkarım |
|
وَاَصْحَابُ مَدْيَنَۚ
اَصْحَابُ atıf harfi و ’la makabline matuftur. مَدْيَنَ muzâfun ileyh olup fetha ile mecrurdur.
مَدْيَنَ kelimesi gayri munsariftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكُذِّبَ مُوسٰى فَاَمْلَيْتُ لِلْكَافِر۪ينَ ثُمَّ اَخَذْتُهُمْۚ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ
وَ atıf harfidir. كُذِّبَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. مُوسٰى naib-i fail olup elif üzere mukadder damme merfûdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْلَيْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru اَمْلَيْتُ fiiline mütealliktir. لِلْكَافِر۪ينَ kelimesi cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخَذْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ atıf harfidir. كَيْفَ istifham harfi كَانَ ’nin mukaddem haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. نَك۪يرِ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup mukadder damme ile merfûdur. Hazf edilen يَ ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mütekellim zamirin hazf edilmesi fasılaya uyması sebebiyledir.
كَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُذِّبَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَصْحَابُ مَدْيَنَۚ وَكُذِّبَ مُوسٰى فَاَمْلَيْتُ لِلْكَافِر۪ينَ ثُمَّ اَخَذْتُهُمْۚ
Ayet, önceki ayetin devamı olarak atıfla gelmiştir. وَاَصْحَابُ مَدْيَنَۚ ibaresi 42. ayetteki قَوْمُ نُوحٍ ’e matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle … كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ cümlesine atfedilmiştir.
كُذِّبَ fiili meçhul gelmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَاَمْلَيْتُ لِلْكَافِر۪ينَ cümlesi makabline فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen ثُمَّ اَخَذْتُهُمْۚ cümlesi makabline yine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
ثُمَّ kelimesi hükümde ortaklık, tertip ve mühlet ifadesi gibi üç hususu kendinde toplayan bir harftir. Burada atıf harfi olarak terahi (gecikme) manası ifade eder.
Lût kavmi de Medyen halkı da adları zikredilen ve edilmeyen peygamberlerini yalanlamışlardı. Ayette bu kısımlar hazf edilmiştir, çünkü maksat gayet açıktır. Yahut maksat yalanlama fiilinin kendisidir. (Ebüssuûd)
وَكُذِّبَ مُوسٰى (Musa yalanlandı) denilip [diğerleri gibi] قوم موسى (ve Musa’nın kavmi) denilmemesinin sebebi, Musa’nın, kendi kavmi İsrailoğuları tarafından yalanlanmamasıdır. Onu kendi kavmi olmayan başka bir kavim -ki Kıbtîler idi- yalanladı. Onda bir şey daha var: Sanki şöyle denilmiş gibi oldu: Her kavmin kendi peygamberlerini yalanladıkları zikredildikten sonra ayetlerinin açıklığı ve mucizelerinin büyüklüğüne rağmen Musa bile yalanlandı. Hal böyle iken diğerleri hakkında zannın ne ola ki?! (Keşşâf)
Ayette Hz. Musa hakkında üslûp değiştirilip “Musa da yalanlanmıştı” denilmesi, Hz. Musa'nın kavmi İsrailoğulları olup onlar ise kendisini yalanlamadıkları, kendisini yalanlayanların Kıbtîler oldukları için değildir. Çünkü İsrailoğulları da defalarca kendisini yalanlamışlardı. Nitekim “Biz, Allah'ı apaçık görmedikçe sana asla iman etmeyeceğiz!” gibi ayet-i kerimelerde bu husus anlatılmaktadır. Hayır! Hz. Musa hakkında bu değişik ifadenin kullanılması şu gerçeği, bildirmek içindir: Onların Hz. Musa'yı yalanlamaları son derece çirkin idi. Zira onun mucizeleri gayet açık idi. (Ebüssuûd)
فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
Muzâfun ileyhi mahzuf izafet terkibindeki نَك۪يرِ, nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
نَك۪يرِ ifadesinde muzâfun ileyhin fasılaya riayet için hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Konunun önemi nedeniyle önceki ayetteki Allah lafzından bu ayette mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.
Cenab-ı Hakk'ın (Bak), [Benim inkârım nasılmış?] ifadesi, bir istifham-ı takriri olup Benim onlara, münker (yani akıllarına hiç gelmeyecek tarzda) azap etmem nasılmış görsünler. Bu kesin olarak meydana gelmeyecek midir? Tabii ki meydana gelecekti. Ben onlara olan nimetimi nikmete (cezaya), kesreti (çokluğu) kıllete, hayatı memata (ölüme), mamurluğu harabeye çeviremem mi? (Elbette çeviririm). (Fahreddin er-Râzî)
نَك۪ي, inkâr ve tağyir anlamındadır. Bu, içinde bulundukları nimeti sıkıntıya, hayatı helake, bayındırlığı da yıkıma çevirme hasebiyledir. (Keşşâf)