Cum'a Sûresi 1. Ayet

يُسَبِّـحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  ...

Göklerdeki ve yerdeki her şey, mülkün sahibi, mukaddes, mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ı tespih eder.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُسَبِّحُ tesbih etmektedir س ب ح
2 لِلَّهِ Allah’ı
3 مَا ne varsa
4 فِي
5 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
6 وَمَا ve ne varsa
7 فِي
8 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
9 الْمَلِكِ padişah م ل ك
10 الْقُدُّوسِ mukaddes ق د س
11 الْعَزِيزِ aziz ع ز ز
12 الْحَكِيمِ hakim ح ك م
 
Evrendeki bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiğine ilişkin ifadelerde –önceki sûrenin başında olduğu gibi– yer yer geçmiş zaman fiili kullanılmış; ama Arap dilinde bu zaman kalıbıyla daima geçmişte olup bitme anlamı değil bazan fiilin konusunun gerçekleştiğini kesin biçimde belirtme anlamı kastedildiğinden orada ve benzeri yerlerde bu fiil “tesbih etmektedir” şeklinde çevrilmiştir. Bu ve benzeri âyetlerde ise “tesbih ediyor” veya “tesbih eder” anlamına gelen bir fiil kullanılması, tesbih olgusunun halen devam ettiğine ve böyle sürüp gideceğine özel vurgu yapan bir ifade olarak anlaşılmıştır (Râzî, XXX, 2; “tesbîh” hakkında bk. İsrâ 17/44; bu âyette geçen esmâ-i hüsnâdan “melik, kuddûs, azîz ve hakîm”in anlamları için bk. Haşr 59/22-24).
 

يُسَبِّـحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

Fiil cümlesidir. يُسَبِّـحُ  damme ile merfû muzari fiildir. لِلّٰهِ  car mecruru  يُسَبِّـحُ  fiiline mütealliktir. مَا  müşterek ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. 

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. مَا فِي الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  lafza-i celâlin sıfatları olup kesra ile mecrurdurlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسَبِّـحُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.  

الْقُدُّوسِ - الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يُسَبِّـحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

 

Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُسَبِّـحُ  şeklinde muzari fiilin tercih edilmesi, semavat ve arz ehlinin Allah’a hamdlerini yinelediklerini ve O’ndan vazgeçmediklerini belirtmek içindir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Car mecrur önemine binaen faile takdim edilmiştir.  لِلّٰهِ  car mecruru  يُسَبِّـحُ  fiiline mütealliktir. Harf-i cerin zaid, lafza-i celâlin mef’ûl olması da caizdir.

Fail olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Gayr-ı akiller için kullanılan ism-i mevsul  مَا , tağlib sanatı yoluyla akıllıları da kapsamıştır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.

İkinci mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası, tezat nedeniyle birinci mevsûle atfedilmiştir.

السَّمٰوَاتِ  -  الْاَرْضِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. 

السَّمٰوَاتِ ’den sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

فِي السَّمٰوَاتِ - فِي الْاَرْضِۚ  ibarelerindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü ve gökyüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  yeryüzü ve gökyüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

مَا  ve  فِي  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْمَلِكِ - الْقُدُّوسِ - الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِ  kelimeleri lafza-i celâlin sıfatlarıdır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْقُدُّوسِ - الْعَز۪يزِ- الْحَك۪يمِ  sıfatları, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزِ - الْحَك۪يمِ  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.

الْمَلِكِ ; O ilâh, her şeyin sahibidir. Meydana getirmek ve yok et­mek suretiyle yaratmada tasarruf sahibidir. الْقُدُّوسِ  noksanlardan uzak tutu­lan ve olgunluk sıfatlarıyla nitelenendir. الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ  mülkünde güçlü, yaptı­ğında hikmet sahibidir. (Safvetü’t Tefâsir)

Kur’an’ı Kerim’de mevsûl isimler ard arda geldiğinde bazen zikredilmiş bazen de hazf edilmiştir. Hazf edildiğinde ona delalet eden bir karinenin olması gerekir. Mezkûr olmasının da mahzuf olmasının bir illeti vardır. Örneğin mevsûl isimden ferd kastedildiğinde mevsûl isim mezkûr olurken, cins kast edildiğinde mahzuf oluyor. (Davut Yıldız, Fâdil Sâlih Es-Samarraî Ve Me‘âni’n-Nahv Adlı Eserinde Merfuat’a İlişkin Farkındalık Oluşturan Görüşleri)

Bazı surelerin başında, geçmiş zaman kalıbıyla  سَبَّحَ , bazılarında ise muzari kalıbıyla يُسَبِّحُ  gelmiştir. Her ikisinde de anlam şöyledir: Tesbîh fiilinin isnad edilebileceği her varlığa Allah’ı tesbih etmek yakışır. Bu, bütün varlıkların adet ve uygulamasıdır. Fiil bazen  لِ  harf-i ceriyle geçişli yapılmış bazen de  تُسَبِّحُوهُ [Ve O’nu tesbih edesiniz] (Fetih 48/9) ayetinde olduğu gibi doğrudan doğruya geçişli kılınmıştır. Aslolan, doğrudan geçişli olmasıdır; çünkü  سَبَّحَتُهُ  ifadesi, “O’nu kötülükten uzak tuttu.” anlamındadır. Bu fiilin sülâsîsi  سَبَّحَ  olup “gitti ve uzaklaştı” demektir. Mef‘ûlünün başına bazen getirilen  لِ , ya “Ona nasihat ettim.” anlamında kullanılan  نصحته  ve  نصحت له  kullanımındaki lâm’a benzer ya da  سَبَّحَ لِلّٰهِ  ifadesinde kasıt, sırf Allah için ve tamamen O’nun rızasını kazanmak amacıyla tesbîh ettiğidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yani tesbih edebilen ve tesbih etmesi mümkün olan her şey demektir. (Keşşaf)

Ayetin bu ilk cümlesi, bazı değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.