وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلْنَا | ve yarattık |
|
2 | فِي |
|
|
3 | الْأَرْضِ | yerde |
|
4 | رَوَاسِيَ | yüksek dağlar |
|
5 | أَنْ | diye |
|
6 | تَمِيدَ | sarsar |
|
7 | بِهِمْ | onları |
|
8 | وَجَعَلْنَا | ve açtık |
|
9 | فِيهَا | orada |
|
10 | فِجَاجًا | geniş |
|
11 | سُبُلًا | yollar |
|
12 | لَعَلَّهُمْ | umulur ki |
|
13 | يَهْتَدُونَ | yollarını bulurlar |
|
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ
جَعَلْنَا atıf harfi وَ ’la makablindeki جَعَلْنَا’ya matuftur. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru amili جَعَلْنَا ’nın mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir. رَوَاسِيَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlün lieclih olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, خشية (korkarak ) şeklindedir.
تَم۪يدَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. بِهِمْ car mecruru تَم۪يدَ fiiline müeallıktır.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
جَعَلْنَا atıf harfi وَ ’la makablindeki جَعَلْنَا ’ya matuftur. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe müealliktir. فِجَاجاً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred hal olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُبُلاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَهْتَدُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَهْتَدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يَهْتَدُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً
Ayetin ilk cümlesi atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَم۪يدَ بِهِمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel mahzuf bir muzâfla, mef’ûlun lieclih olarak mansub mahaldedir. Takdiri; خشية أن تميد بهم (Sizi sarsmasından korkarak) şeklindedir.
Aynı üslupta gelen ikinci جَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً cümlesi, birincisine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فِجَاجاً haldir. Hal, tetmim ıtnâbı babındandır.
Mef’ûl olan سُبُلاً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
فِي الْاَرْضِ ve ف۪يهَا ibarelerindeki ف۪ي harflerinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ي harfinde zarfiyet manası vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir. الْاَرْضِ ve رَوَاسِيَ içine girilecek bir şeylere benzetilmiştir.
Kur’anî tabirlerdeki latifelerden biri de bu fiilin olumsuz olarak başka bir kelimeyle değil, sadece رَوَاسِيَ kelimesiyle birlikte kullanılmış olmasıdır. Yani cibâl kelimesi ile birlikte bu fiil gelmemiştir. Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi رَوَاسِيَ kelimesi “sabit olmayı” ifade eder, “insanları çalkalayıp sarsmaması için arzı sabit tutar” manasındadır.
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً [Orada yol bulabilsinler diye de ficac/geniş, kolay yollar yaptık] (Enbiya Suresi, 31) ibaresindeki فِجَاجاً ’ın tekili olan فَجّ, iki dağ arasındaki geniş yol demektir. Dağlardaki geniş yollar, geniş ve açık yol olduğu da söylenmiştir. Sebîl, kolay yol demektir. Genişlik, kolaylık ve hareketi ifade etmek için bu iki kelime bir arada zikredilmiştir. Bu da nimetin tam olduğunu gösterir.
Rûhu'l Me’ânî'de şöyle yazılıdır: فِجَاجاً kelimesi, فَجّ kelimesinin çoğuludur. Râğıb, iki dağın kuşattığı yarıkın; Zeccâc, iki dağ arasındaki her tünelin فَجّ olduğunu söylemiştir. Bazıları da iki dağın arasında olup olmamasına bağlı olmaksızın, mutlak olarak geniş yol manasında olduğunu söylemiştir.
سُبُلاً [kolay yollar] sözü de فِجَاجاً [geniş yollar] kelimesinden bedel olarak gelmiştir. Zımnen, Allah'ın bu yolları yaratıp genişletmesinin, üzerinde yürümesi için olduğunu tekîdli olarak ifade eder. Çünkü bedel, adeta tekrardır ve amilin tekrarı niyetiyle gelir. Mübeddel minhu'nun hükmü mutlak olarak düşmez. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 78)
فِجَاجاً سُبُلاً : Geniş yollar, anlamındaki فِجَاجاً ’in, sıfat olduğu halde öne alınması hal olup da onu yarattığı anda böyle yarattığını göstermek içindir ya da سُبُلاً ondan bedel olsun içindir. Bu da zımnen onları yarattığını ve yolcular için geniş yollar açtığını gösterir. Ayrıca bunda tekid de vardır. (Beyzâvî)
Bir düşünmeli ki yeryüzü, sıvı bir halde kalsaydı ve yer hareket ettikçe insanlar çalkanıp dursaydı ne büyük sıkıntı olurdu. Toprak kütlesinin yaratılması ve dağların kazık gibi oturtulması ile bu sıkıntı bertaraf edilip yeryüzü, insanların yaşaması için oturulabilir bir hale getirildi. Ve orada birtakım alanlar, yollar yaptık ki doğru yolu bulabilsinler. Arzu ettikleri yere doğru gidebilsinler veya hak yolunu tutsunlar. (Elmalılı)
Bu ayetteki جَعَلْنَا fiili, خَلَقَ fiilinin ifade ettiği anlamları yüklenemez. Zira Allah gece ve gündüzden bahsederken خَلَقَ fiilini kullanmış, insanın her an içinde yaşadığı değil de etrafında olup ancak dikkatini verdiği zaman anlayabileceği gece ve gündüz gibi kevnî ayetlerden farklı olan varlığının delillerini ise başka bir fiil ve sıyga ile ifade etmiştir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
تَم۪يدَ بِهِمْ [Ta ki (maksatlarına) ersinler.] Yani bu yürüyüşlerinde sonuca ulaşsınlar veya Allah'a iman etsinler demektir. Çünkü bu ayetler imana götürür. Her iki mana da arzu edilmiştir. Çünkü dağlar hareketteki amaca ulaşmak için vesiledir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, et-Tabîru’l-Kur’anî, 63)
لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye veya beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ, tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ’nin haberi olan يَهْتَدُونَ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Umulur ki” anlamında olan لَعَلَّ, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: “لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Keşşâf sahibi şöyle demiştir. لَعَلَّ kelimesi ümit vermek içindir. Kerîm ve Rahîm olan Allah ümit verdiğinde, şüphesiz, Allah'ın bu ümit verişi, kesin vaat yerine geçer. İşte bu sebepten Kelamullah'ta kesinlik manası ifade eder, denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
جَعَلْنَا kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr, فِجَاجاً ve سُبُلاً kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يَهْتَدُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)