فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | أَعْرَضُوا | yüz çevirirlerse |
|
3 | فَمَا |
|
|
4 | أَرْسَلْنَاكَ | biz seni göndermedik |
|
5 | عَلَيْهِمْ | onların üzerine |
|
6 | حَفِيظًا | bekçi |
|
7 | إِنْ | değildir |
|
8 | عَلَيْكَ | sana düşen |
|
9 | إِلَّا | başkası |
|
10 | الْبَلَاغُ | duyurmaktan |
|
11 | وَإِنَّا | elbette biz |
|
12 | إِذَا | zaman |
|
13 | أَذَقْنَا | taddırdığımız |
|
14 | الْإِنْسَانَ | insana |
|
15 | مِنَّا | bizden |
|
16 | رَحْمَةً | bir rahmet |
|
17 | فَرِحَ | sevinir |
|
18 | بِهَا | ona |
|
19 | وَإِنْ | ama eğer |
|
20 | تُصِبْهُمْ | başlarına gelirse |
|
21 | سَيِّئَةٌ | bir kötülük |
|
22 | بِمَا | dolayı |
|
23 | قَدَّمَتْ | öne sürdüğü işlerden |
|
24 | أَيْدِيهِمْ | ellerinin |
|
25 | فَإِنَّ | şüphesiz hemen |
|
26 | الْإِنْسَانَ | insan |
|
27 | كَفُورٌ | nankör olur |
|
Gösterilen açık kanıtlara rağmen inkârcılık yolunu seçtikleri için Allah’ın, kendi sapkınlıklarıyla baş başa bıraktığı kimselerin, âhirette bunun kötü sonuçlarıyla karşılaşınca ne hallere düşecekleri ve nasıl bir pişmanlık duyacakları, dünyadaki algılamalarımıza göre korku, gelecek endişesi, başkalarının önünde aşağılanmanın mahcubiyetini duyma gibi motifleri ön plana çıkaran canlı bir anlatım içinde tasvir edilmekte, ardından dönüşü olmayan gün gelmeden önce imanın aydınlık yoluna girilmesi için yeni bir çağrı yapılmakta; sonra Hz. Peygamber’e hitap edilerek, bunun da fayda vermemesi halinde kendisini bu sonucun sorumlusu gibi düşünmemesi istenmekte ve insanoğlunun yaratıcısına karşı bile nankör davranabileceğine işaret edilerek Resûlullah’a teselli verilmektedir.
44. âyette söz konusu edilen kimseler için bir velî, koruyucu bulunmayacağı yönündeki ifade, üstü kapalı biçimde, onların sapkınlıktan ve kötü âkıbetlerinden kurtuluş vesilelerini de yitirmiş olacaklarını belirtmektedir. Çünkü “velî”nin temel özelliklerinden biri, velîsi olduğu kişiye yol göstererek ona yardımcı olmasıdır. Nitekim 46. âyette ve başka bazı sûrelerde bu mâna açık olarak ifade edilmiştir (bk. Ra‘d 13/33; Zümer 39/23, 36; Gāfir 40/33; İbn Âşûr, XXV, 125). Aynı âyette geçen “... göreceksin” şeklindeki hitap, bir bakışa göre, belirli bir kişiye yönelik olmayıp azaba çarptırılacakların durumunu açık biçimde ortaya koymayı ve şaşkınlıklarına işaret etmeyi hedeflemekte, onların halinden ibret alınmasını istemektedir. Diğer bir bakışa göre ise burada Resûlullah’a hitap edilmekte ve gördüğü kötü muameleden, işittiği ağır sözlerden ötürü teselli edilmektedir (İbn Âşûr, XXV, 125).
45. âyetin “göz ucuyla etrafa baktıklarını” şeklinde çevrilen kısmı hakkında yapılan belli başlı açıklamalar şunlardır: a) Yaşadıkları zilletten dolayı kısık gözlerle veya gözlerinin feri kaçmış bir halde baktıklarını,
b) Çok korktuklarından yahut içinde bulundukları kötü durumdan dolayı kaçamak bakışlar yaptıklarını, c) Çektikleri acılar sebebiyle gözlerini iyice açamadıklarını, d) Kör haşredilecekleri için kalpleriyle baktıklarını. Taberî bunlardan birincisini daha isabetli bulur; İbn Atıyye ve Zemahşerî de sonuncu yorumu zorlama bir açıklama olarak nitelerler (Taberî, XXV, 41-42; İbn Atıyye, IV, 41; Zemahşerî, III, 408; Şevkânî, IV, 621).
Müminlerin 45. âyette değinilen sözü dünyadayken söyledikleri de düşünülebilir. O takdirde meâli şu şekilde değiştirmek uygun olur: “Zaten iman edenler de ‘Kıyamet günü gerçek anlamda kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem kendilerine uyanları ziyan edenler olacak!’ diyorlardı.” Öte yandan âyete şöyle bir mâna da verilebilir: “İman edenler de kıyamet günü, ‘Gerçek anlamda kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem kendilerine uyanları ziyan edenlermiş!’ diyecekler” (Zemahşerî, III, 408). Bazı müfessirlere göre bu sözde geçen “kendilerini ziyan etmeleri”nden maksat bu kimselerin cehennem azabına mâruz kalmaları, “kendilerine uyanları ziyan etmeleri”nden maksat ise şayet uyanlar da cehennemdeyse kendilerine yararlarının dokunmaması, şayet cennetteyse aralarına kesin bir engelin girmesidir (Şevkânî, IV, 621). “Kendilerine uyanlar” diye çevrilen kısımla, dünyadaki yakınları yahut cennete girmiş olsalardı orada beraber olabilecekleri yakınları da kastedilmiş olabilir (İbn Atıyye, IV, 41).
İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu birçok âyet ve hadise dayanarak, –şayet imanlı olarak ölmüşlerse– günahkârların ebedî olarak cehennemde kalmayacağı kanaatine ulaşmışlardır. Bu görüşe katılmayan bazı âlimler 45. âyette yer alan “zalimlerin sürekli bir azap içinde bulunacağı” ifadesini de delil gösterirler. Halbuki burada zalimlerden maksat inkârcılardır; zira Kur’an’da “zalim” kelimesi mutlak olarak kullanıldığında, bununla inkârcılıkta direnenler kastedilir, âyetin önü ve sonu da bu mânayı desteklemektedir (Râzî, XXVII, 182).
46. âyetin “Allah’a karşı” şeklinde çevrilen kısmını “Allah’tan başka” mânasında alarak, “Orada onlara Allah’tan başka destek verecek yardımcılar bulunmaz; bütün söz ve tasarruf yüce Allah’a aittir” şeklinde izah edenler de vardır (Şevkânî, IV, 621); fakat kanaatimizce Nesefî’nin “Allah’ın azabına karşı” şeklindeki açıklaması (V, 417) bağlama daha uygun düşmektedir; bu tercihe göre cümlenin anlamı şu olmaktadır: O’nun azabına karşı durabilecek, onu önleyebilecek hiçbir güç yoktur.
47. âyetin “Allah’ın hükmü gereği geri çevrilemez olan bir gün gelmeden önce” diye çevrilen kısmına, “Onunla ilgili hükmü verdikten sonra Allah’ın geri çevirmeyeceği gün gelmeden önce” gibi mânalar da verilmiştir. Sözü edilen günden maksat ölüm anı veya kıyamet vaktidir (Şevkânî, IV, 621-622). Yine bu âyetin “ne de yaptıklarınızı inkâr edebilirsiniz” diye çevrilen kısmı –burada geçen “nekîr” kelimesi farklı mânalara açık olduğu için– “ne de bir yardımcı bulabilirsiniz”, “ne de başınıza gelen kötü sonucu değiştirmeye gücünüz yeter”, “ne de bir onura sahip olabilirsiniz” gibi mânalarla da açıklanmıştır (Taberî, XXV, 43; Şevkânî, IV, 622).
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile mukadder müste’nef söze matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرَضُوا şart fiili olup, damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ mukadder cevap için ta’liliyyedir. Takdiri, إن أعرضوا. فلا تحزن فما أرسلناك (Eğer yüzçevirirlerse. Üzülme biz seni …… göndermedik.) şeklindedir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru حَف۪يظاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. حَف۪يظاً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اَعْرَضُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عرض ’dir.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَيْكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. الْبَلَاغُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّٓا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Şart cümlesi ve cevabı اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِذَٓا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اَذَقْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَذَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاِنْسَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنَّا car mecruru رَحْمَةً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. رَحْمَةً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
فَرِحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِهَا car mecruru فَرِحَ fiiline mütealliktir.
اَذَقْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ذوق ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ
Cümle, atıf harfi وَ ile اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ ‘ne matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُصِبْهُمْ şart fiili olup, meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سَيِّئَةٌ fail olup lafzen merfûdur. بِ sebebiyyedir.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle تُصِبْهُمْ fiiline mütealliktir.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْد۪يهِمْ fail olup mukadder ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُصِبْهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsisi صاب ’ dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ mukadder cevap için ta’liliyyedir. Takdiri, إن تصبهم سيّئة كفروا بالنعمة وذكروا البليّة، إنّ الإنسان كفور (Başlarına bir musibet gelse, nimeti inkar ederler ve musibeti hatırlarlar, çünkü insan nankördür.) şeklindedir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اِنْسَانَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansıbdur. كَفُورٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
كَفُورٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile mukadder müstenef söze matuftur. Şart üslubunda gelen cümlede, müspet mazi fiil sıygasındaki اَعْرَضُوا cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri فلا تحزن (Üzülme) olan cevap cümlesi mahzuftur. Bu takdire göre, şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ cümlesi, mukadder cevap cümlesi için ta’liliye olarak fasılla gelmiştir.
Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَرْسَلْنَاكَ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
عَلَيْهِمْ car mecruru, mef’ûlün hali olan حَف۪يظاًۜ ‘e mütealliktir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
حَف۪يظاًۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Önceki ayetteki gaib sıygasından bu ayette اَرْسَلْنَاكَ şeklindeki azamet zamirinin zikri dolayısıyla mütekellim sıygasına iltifat vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
Burada vuku bulma ihtimali zayıf olan olaylarda kullanılan şart harfi gelmiştir. Halbuki onların yüz çevirdikleri kesindi. Bu harf dolayısıyla da ‘eğer düşünseler yüz çevirmezlerdi’ manasına işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.267)
Buradaki irtibat اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ (Şura;47)‘deki hitap üslubundan فَاِنْ اَعْرَضُوا cümlesindeki gaib zamire yapılan iltifat nüktesindendir. (Âşûr)
Biz seni (zaten) onların üzerine bir bekçi göndermedik sözü, cevap makamında gelmiş olsa da cevap değildir. Çünkü onun (sav) gönderilmesi, onların tebliğden yüz çevirmelerine veya kabul etmelerine bağlı bir görevlendirme değildir. Burada cevap mahzuftur, bu cevabın mahzuf olması okuyucuya cevap takdir etmek konusunda bir serbestlik sağlar. Bunun için okuyucu siyaka geri döner, üzerinde tekrar düşünür, çalışır ve sonra cevabın ‘eğer yüz çevirirlerse onlar için üzülme veya esef duyma’ ya da ‘eğer yüz çevirirlerse sana kınanma yoktur’ şeklinde olabileceğini anlar. فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ sözündeki فَ harfi, kendinden sonra gelenlerin mahzuf cevaba tertibini ifade eder. Çünkü mahzuf olan şey takdir edilir ve takdir edilen şey de mezkûr gibidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.267)
اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَلَاغُ muahhar mübtedadır.
اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. عَلَيْكَ maksûr/mevsûf, الْبَلَاغُ maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Hz. Peygamberin görevi, tebliğe hasredilmiştir.
Mecrur şeklindeki haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُ sözü, öncesini tekid eden bir cümledir. Çünkü bu cümlede onun risaleti tebliğe kasr edilmiştir, bu da حَف۪يظ olmadığını tekid eder. Bunun için atıfsız olarak gelmiştir. Kasr, nefy ve istisna şeklinde gelmiştir. Halbuki muhatap Peygamber Efendimizdir (sav) ve makam da inkâr makamı değildir. Buna rağmen ayet kasr şeklinde gelmiş ve öncesindeki cümle de buna hazırlık yapmıştır. Bu üslup, İslam akaidinde son derece önemli olan bir manayı tekid etmek içindir. Bu mana da ulûhiyet makamıyla risalet makamı arasındaki kesin farkı ifade etmektir. حَف۪يظاً ve وكيل olan sadece Allah Teâlâ’dır, başkası değildir, O’nun bu konuda hiçbir ortağı yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.268)
وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayet metninde أذاق (tattırma) fiilinin nûnu, azamet nûnuna ( نَّٓا zamirine) isnadıyla birlikte ayetin en başına اِذَٓا getirilmesi, nimetin insanlara verileceğinin kesinliğine ve çokluğuna işaret etmek, dikkat çekmek içindir. Belâdan bahseden ayetin başına اِنْ kelimesinin getirilmesi ve أصاب fiilinin, nimet verme fiilinde olduğu gibi Allah'a değil de kötülüğe isnad edilmesi ve belanın insanların amellerinin sonucu olduğu şeklinde bir açıklama yapılması belanın nadiren vukuuna işaret etmek içindir. (Rûhu-l Beyân)
اِنَّ ’nin haberi olan اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
اَذَقْنَا fiili azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
مِنَّا car mecruru رَحْمَةً ‘in mahzuf haline mütealliktir.
El-Kâşifî der ki,: ”Şurası gerçektir ki, Allah'ın nimeti dünyada her ne kadar muazzam ise de ahiret saadetine kıyasla, denize oranla bir damla gibidir. Bu sebeple dünyada nimet verme ifade edilirken أذاق (tattırma) fiili kullanılmıştır. İnsanoğlu böylesine değersiz ve düşük miktarda dünya nimeti elde ettiğinde buna sevinir, kendini beğenmişlik ve kibre kapılır. Zanneder ki, bütün arzu ve isteklerini elde etmiştir. Bu sebeple ahiret mutluluklarına dair inancı zayıflar. Zayıflamasaydı insan, baki olanı fani olana tercih ederdi. Çünkü fani olan hem az ve hem de topraktan yapılmış tuğla, kiremit gibidir. Baki olan ise hem çok ve hem de altın gibidir." (Rûhu’l Beyan)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi فَرِحَ بِهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
رَحْمَةً - فَرِحَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin iki yerinde bahsedilen الإنْسانَ kelimesinden kasıt aynıdır. الْاِنْسَانَ ‘daki tarif, istiğrak ifade eden cins manası içindir; yani ‘İnsana tattırdığımız zaman ve insan çok küfredicidir’ demektir. İşte bu zaman ve mekanda insan cinsinin ekserisi kastediliyorsa örfî istiğrak olur. Çünkü insanların çoğu o gün müşriktir. (Âşûr)
رَحْمَةً ’in nekreliği teşrif ve kesret içindir.
“Rahmeti tattırmak” ifadesi, tehekkümî istiâredir. Rahmet bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Câmi’ güzelliği hissetmektir.
Cümlede şart harfi olarak vukuu kesin olan اِذَٓا gelmiştir. Sonraki cümle de göz önüne alındığında Allah Teala’nın kullarına olan rahmetinin enginliği anlaşılmaktadır.
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ
Önceki şart cümlesine matuf bu cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır.
Şart cümlesi olan اِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
سَيِّئَةٌ ‘un nekreliği herhangi bir manasında cins ve kıllet içindir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte تُصِبْهُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri إن تصبهم سيّئة كفروا بالنعمة وذكروا البليّة (Başına bir kötülük gelse nimeti küfreder, musibeti hatırlar) olan cevap cümlesi mahzuftur. Bu takdire göre, şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
سَيِّئَةٌ - رَحْمَةً kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
تُصِبْهُمْ fiili سَيِّئَةٌ ’e mecâz-ı mürsel yoluyla isnad edilmiştir. Bu isnat mecaz-ı aklîdir.
بِمَا قَدَّمَتْ ifadesine dahil olan بِ harfi sebebiyyedir.
اِنْ şart harfi fiilin vuku bulma ihtimalinin şüpheli olduğu durumlarda kullanılır.
بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
تُصِبْهُمْ - اَذَقْنَا kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ cümlesiyle, وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ
Ayetin son cümlesi, mahzuf cevap cümlesi için ta’liliye olarak gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
الْاِنْسَانَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi, كَفُورٌ haberidir.
كَفُورٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
الْاِنْسَانَ kelimesi cümlede önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفُورٌ , nankörlükte zirvede olan demektir. Cenab-ı Hak insan tabiatının Allah'ın gösterdiği terbiye metodlarıyla terbiye edilmediği müddetçe, bu nankörlüğü gerektireceğini anlatmak için, "O nankördür" dememiş de, "insan nankördür" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Nimete nankörlük özelliğinin insanların arasında günahkârlara ait bir özellik olmasına rağmen insan cinsine isnad edilmesi, nankörlük edenlerin çoğunlukta olmasındandır. Yani insan cinsi hakkında nimete nankörlük hükmünün verilmesi, fertlerinin ekserisinin bu sıfatı taşımasından dolayıdır. (Rûhu’l Beyân)