قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | gördünüz mü? |
|
3 | مَا | şeyleri |
|
4 | تَدْعُونَ | yalvardıklarınız |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِ | başka |
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | أَرُونِي | bana gösterin |
|
9 | مَاذَا | neyi? |
|
10 | خَلَقُوا | yarattılar onlar |
|
11 | مِنَ | -den |
|
12 | الْأَرْضِ | yer- |
|
13 | أَمْ | yoksa |
|
14 | لَهُمْ | onların var (mı?) |
|
15 | شِرْكٌ | bir ortaklığı |
|
16 | فِي |
|
|
17 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
18 | ائْتُونِي | bana getirin |
|
19 | بِكِتَابٍ | bir Kitap |
|
20 | مِنْ |
|
|
21 | قَبْلِ | önce |
|
22 | هَٰذَا | bundan |
|
23 | أَوْ | yahut |
|
24 | أَثَارَةٍ | bir kalıntı |
|
25 | مِنْ | -den |
|
26 | عِلْمٍ | bilgi- |
|
27 | إِنْ | eğer |
|
28 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
29 | صَادِقِينَ | doğrular(dan) |
|
Müşrikler putların yeryüzünde, insan ve eşya üzerinde bazı etkilerinin bulunduğuna inanıyorlardı. Bu inancın temelsiz olduğunu ispat için Kur’an’ın kullandığı mantık şudur: Birinin bir şey üzerinde değiştirici etkisinin bulunabilmesi için onun yaratılış ve oluşuna katkıda bulunmuş olma ön şartı vardır; putlar neyi yarattılar ki, onun üzerinde etkileri bulunsun!
İnsanlar göklerde olup biteni göremedikleri için, putların göklerde de bir etkilerinin bulunmadığı ifade edilirken “varsa gösterin” denilmemiş, yalnızca “etkilerinin olmadığı” düşündürücü bir soru şeklinde ortaya konmuştur.
Bir iddia ya akıl ve ilim delili ile yahut da sağlam rivayetlerle (nakil delili ile) ispat edilir. Müşriklerden, önce akıl delili istenmiş, arkasından da sağlam bir yazılı veya yazısız rivayet talebi ile yetinilmiştir. Ancak her iki talep de iddia sahipleri tarafından karşılanamamıştır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 27
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت ’dir. Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَدْعُونَ fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَدْعُونَ fiili ن 'un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ اللّٰهِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.
اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ
Fiil cümlesidir. اَرُون۪ي illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir. Bu ayette اَرُون۪ي fiili ‘bilmek’ manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَاذَا istifham ismi, amili خَلَقُوا fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. مَاذَا خَلَقُوا cümlesi amili اَرُون۪ي ‘nin ikinci mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
خَلَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنَ الْاَرْضِ car mecruru مَاذَا istifham isminin mahzuf haline mütealliktir.
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır.
Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl اَمْ Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شِرْكٌ muahhar mübteda olup merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru شِرْكٌ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
اَرُون۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رأى ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. ا۪يتُون۪ي illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِكِتَابٍ car mecruru ا۪يتُون۪ي fiiline mütealliktir. مِنْ قَبْلِ car mecruru كِتَابٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i işaret هٰذَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَثَارَةٍ kelimesi كِتَابٍ matuf olup kesra ile mecrurdur. مِنْ عِلْمٍ car mecruru اَثَارَةٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِق۪ينَ kelimesi كُنْتُمْ ’ün haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
صَادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, takrirî istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve istihza manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mef’ûl konumundaki müşterek has ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir. Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
قُلْ kelimesi her zaman Resulullah'a (sav) tebliğ etmesi emredilen şeyi ve bunun Allah katında bir mekanı olduğunu ima eder.
اَرَاَيْتُمْ sözündeki fiil ister ‘görmek’, ister ‘bilmek’ manasında olsun, رَاَى fiilinin başına istifham hemzesi gelmiştir. Çünkü ilmen görmekte, kalple görülen şeyin neredeyse gözle görülür gibi zuhur ve inkişaf ettiği manası vardır. Burada soru rü’yetin üzerinde gerçekleştiği şeyin hakikati hakkındadır. Basâir'in ( idrakin) gördüğü şey, basar'ın ( gözün) gördüğü şeye ilave olur. Bunda da ibadet edilen Zatın ibadet edilmeye ehil olduğunun hem kalp hem de gözle görülerek iki yönden de tekid edilmesi gerektiğine işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.72)
اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ cümlesi اَرُون۪ي fiilinin ikinci mef’ûlüdür. İstifham ismi مَاذَا , mukaddem mef’ûldür. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümle, istifham üslubunda talebi inşai isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve taciz manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَمْ harfi, hemze ve بَلْ manasında intikal için munkatıadır. Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, istifham üslubunda talebi inşai isnad olmasına rağmen, inkâr manasında geldiği için cümle mecâz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شِرْكٌ , muahhar mübtedadır.
الْاَرْضِ - سَّمٰوَاتِۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَاَيْتُمْ - اَرُون۪ي kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فِي السَّمٰوَاتِۜ car mecruru شِرْكٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ [Gösterin bana! Onlar yerden hangi şeyi yarattılar?] cümlesindeki soru istifhâm-ı inkârî olup kınama ifade eder. اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۚ [Yoksa onların göklerde ortakları mı var?] ayetindeki soru da aynıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
رَاَيْتُمْ - اَرُون۪ي arasında tam cinasın kısımlarından cinas-ı mümasil bulunmaktadır.
Cinas-ı mümasil, birbirine benzeyen iki lafzın kelime türleri bakımından yani isim, fiil veya harf olma yönünden ortak olmasıdır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)
İstifham siyakında işaret isminin varlığı, ‘arz sizin gözünüzün önündedir ve herhangi bir şeyi elinizle gösterebilirsiniz, o halde elinizle göstererek bunu ilahlarımız yarattı, deyin’ demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.74)
ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ
Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
الإتْيانُ , müstear olarak لْإحْضارِ manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا car mecruru بِكِتَابٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. مِنْ عِلْمٍ car mecruru ise tezâyüf nedeniyle مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا ‘ya atfedilen اَثَارَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatların hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kur’an’a هٰذَٓا ile işaret edilmesi önemini vurgulamak ve tazim içindir.
بِكِتَابٍ ‘in nekreliği ‘okunan kitaplardan herhangi biri’ anlamındadır.
اَثَارَةٍ ve عِلْمٍ ‘nin nekreliği, kıllet ve nev ifade eder.
ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا [Bundan önceki bir kitabı bana getirin.] cümlesindeki emirden maksat, muhatabı acze düşürmektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ayetin, şart üslubundaki fasılası, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi olan كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
كَان ’nin haberi olan صَادِق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
اِنْ harfi burada, asla gerçekleşmeyecek bir fiilin başında gelmiştir. Halbuki bu harf aslında vuku bulma ihtimali şüpheli olan fiillerin başında gelir. Bu da şüphe ifade eden olayın ve onların doğru sözlü olma ihtimalinin olumsuzluğu konusunda kesinlik ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.77)
Ayette geçen كُنْتُمْ kelimesi, böyle durumlarda geldiği zaman doğruluğun onların şanı haline geldiğini ifade eder. Yani ‘siz bununla bilinir bir halde iseniz’ demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.78)