اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
2 | لَمْ |
|
|
3 | يَكُونُوا | değillerdir |
|
4 | مُعْجِزِينَ | aciz bırakacak |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
7 | وَمَا | yoktur |
|
8 | كَانَ |
|
|
9 | لَهُمْ | onların |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | دُونِ | başka |
|
12 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | أَوْلِيَاءَ | dostları |
|
15 | يُضَاعَفُ | kat kat artırılır |
|
16 | لَهُمُ | onlar için |
|
17 | الْعَذَابُ | azab |
|
18 | مَا |
|
|
19 | كَانُوا | onlar |
|
20 | يَسْتَطِيعُونَ | güç yetiremezlerdi |
|
21 | السَّمْعَ | işitmeye |
|
22 | وَمَا | ve |
|
23 | كَانُوا | onlar |
|
24 | يُبْصِرُونَ | göremezlerdi |
|
اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَمْ يَكُونُوا cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَكُونُوا nakıs, نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. مُعْجِز۪ينَ kelimesi يَكُونُوا ’nun haberi olup, nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. فِي الْاَرْضِ car mecruru مُعْجِز۪ينَ ’ye mütealliktir.
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır -mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُعْجِز۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِنْ دُونِ car mecruru اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. اَوْلِيَٓاءَ lafzen mecrur, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. Sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdûde olan isimlerden ve sıyga-i müntehel cumû’ (çoğul kalıbındaki isimler) e girdiği için cer almamıştır.Gayri munsariftir.
مِنْ nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ
Fiil cümlesidir. يُضَاعَفُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. لَهُمُ car mecruru يُضَاعَفُ fiiline mütealliktir. الْعَذَابُ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُضَاعَفُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi ضعف ’dur.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak, mahallen merfûdur. يَسْتَط۪يعُونَ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَط۪يعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. السَّمْعَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)
يَسْتَط۪يعُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. يُبْصِرُونَ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يُبْصِرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ ; bu metnin اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi veya hal cümlesi olması da caizdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
يُبْصِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ cümlesi, menfi muzari nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ [Yeryüzünde aciz bırakıcı değillerdir.] ifadesi aslında gelecek zamanla ilgilidir. Ama لَنْ yerine, muzariyi maziye çeviren لَمْ edatı gelmiş ve mazi fiil gelecek ifadesi için kullanılmıştır. Kesinlik ifade eder.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَرْضِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü, içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. الْاَرْضِ ve zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
Vahidî şöyle demiştir: “Îcaz kelimesinin manası, maksadı gerçekleştirmekten men etmektir. Arapçada, ‘Beni maksadımdan alıkoydu.’ manasında اَعْجَزَنِى فُلَانٌ denir.” O halde ayetteki, مُعْجِزٖينَ فِى الْاَرْضِ deyiminin manası şöyle olur: “Onların, bizim azabımızdan kaçıp kurtulmaları mümkün değildir. Zira kulun, Allah'ın azabından kaçması imkânsızdır. Çünkü Cenab-ı Hak, bütün mümkünata kādirdir. O'nun kudreti uzaklık, yakınlık, güçlülük ve zayıflık ile değişmez.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Makabline وَ ‘la atfedilen وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Menfî nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ car mecruru, كَانَ ’ nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
Tekit ifade eden zaid مِنْ harfinin dahil olduğu اَوْلِيَٓاءَۢ , muahhar ismidir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ car-mecruru, اَوْلِيَٓاءَۢ ‘nin mahzuf mukaddem haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin Allah'tan gayrı ve Allah ile beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهُمُ car-mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, naib-i fail olan الْعَذَابُ ’ya takdim edilmiştir.
يُضَاعَفُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
ضَاعَف zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem zayıf hem de kat kat manasındadır.
يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ikinci haberi olması da caizdir. لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ cümlesi de birinci haberdir. Eğer bu cümle اُو۬لٰٓئِكَ ’nin hal cümlesi ise o zaman يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ cümlesi birinci haberdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَوْلِيَٓاءَۢ kelimesinden hal cümlesi olması da caizdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Menfî nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ cümlesi, كَانَ ‘nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Tefsir 3/79)
Burada السَّمْعَ ; işitmekten murad kabul etmektir. İşitmek kabul etmeye sebep olarak mecaz yoluyla zikredilmiştir. Sebebiyet alakası ile mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Sâmerrâî, Yüce Allah’ın, “işitme”yi Hud ayetinde السَّمْعَ şeklinde marife; Kehf ayetinde ise سَمْعاً۟ şeklinde nekre olarak zikrettiğini belirtmektedir. Ona göre Hud ayetinde, kelamın bir kısmına yani Allah’ın dinine kulağını tıkayan ama bunun dışındaki sözlere kulak veren kimselerden söz edilmektedir. Dolayısıyla burada marife olarak gelen “işitme”, bizatihi istenmeyen “işitme”dir.
Bu cümle, azabın kat kat olmasının illetini beyan eder. (Ebüssuûd,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Aynı üslupta gelen وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Menfî nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
“Onların azabı kat kat olacaktır. Çünkü onlar hem hakkı duymaya tahammül edemiyor hem de görmüyorlardı.”
Kur’an'ı anlamak için duymak ve dinlemek lazımdır. Kur’an’ı telakki etmenin (anlamanın) yolu budur. Fakat onların Kur’an'a karşı anlayışsızlıkları, kabulü görmeye bağlı ayetleri kabulden çok daha şiddetlidir. Bunun içindir ki birincinin nefyinde mübalağa edilmiş, başka bir deyişle işitme kudreti mübalağa ile nefyedilmiştir. Oysa görme kuvvetinin nefyinde mübalağa edilmemiştir.
Onlar dahilde ve hariçte yaratılmış olan Allah'ın ayetlerinden kör oldukları için hakkı görecek değillerdir.
Ayette dört cümlede كَان nakıs fiilinin nefiy sıygasıyla gelmiş olması dikkat çekicidir. Bu, onların geçmişteki hallerinin ve bundan sonraki hallerinin değişmeden böyle devam edeceğini ve kesin olduğunu belirtir.
كَانَ - كَانُوا - يَكُونُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
مَا كَانُوا ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُبْصِرُونَ - السَّمْعَ ve مُعْجِز۪ينَ - يَسْتَط۪يعُونَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kuranda işitme duyusu, çoğunlukla alîm (bilir) kelimesiyle fiiliyle bazen de basar (görme) ile birlikte gelmiştir.
ٱلسَّمْعَ kelimesinin kökü olan سمع duymak-işitmek anlamındadır. Ayetlerde isim olarak kullanılmıştır.
ٱلْأَبْصَٰرَ kelimesinin kökü olan بصر görme yetisi anlamındadır. Ayetlerde çoğul olarak kullanılmıştır.
ٱلْأَفْـِٔدَةَ kelimesinin kökü فاد (kalp, gönül) anlamındadır. Kuran’da bu kelime gerçek kalp olarak geçmez. İdrak etme yetisi, düşünme yetisi, bilinçlenme anlamındadır. Ayetlerde çoğul olarak kullanılmıştır.
Çok ilginç şekilde tüm Kuran’da ‘ٱلسَّمْعَ وَٱلْأَبْصَٰرَ وَٱلْأَفْـِٔدَةَ’ tamlaması 4 yerde geçer ve hep aynı sıra ile buyurulur: İşitme-Görme-İdrak etme.
Ayetlerde insanın yaratılışına ayrıca işaret vardır.
Modern bilimin son yıllarda yapmış olduğu çalışmalar göstermiştir ki; İnsanın yaratılış esnasında işitme, görme ve idrak etme yetilerinin gelişim sırası Yüce Allah’ın ayetlerde belirttiği sıraya uygundur.
İnsanın ilk olarak işitme yetisi gelişir, daha sonra görme yetisi ve en sonunda idrak etme-düşünme yetisi gelişir.
https://kuranmucizeler.com/insanin-yaratilisindaki-mucizevi-sira-isitme-gorme-ve-idrak-etme-gonuller