اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمِ | yoksa |
|
2 | اتَّخَذُوا | mı edindiler? |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
5 | الِهَةً | tanrılar |
|
6 | قُلْ | de ki |
|
7 | هَاتُوا | getirin |
|
8 | بُرْهَانَكُمْ | delilinizi |
|
9 | هَٰذَا | işte budur |
|
10 | ذِكْرُ | öğütü |
|
11 | مَنْ | olanların |
|
12 | مَعِيَ | benimle beraber |
|
13 | وَذِكْرُ | ve öğütü |
|
14 | مَنْ |
|
|
15 | قَبْلِي | benden öncekilerin |
|
16 | بَلْ | ama |
|
17 | أَكْثَرُهُمْ | çokları |
|
18 | لَا |
|
|
19 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
20 | الْحَقَّ | hakkı |
|
21 | فَهُمْ | bundan dolayı onlar |
|
22 | مُعْرِضُونَ | (haktan) yüz çevirirler |
|
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. اتَّخَذُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru اتَّخَذُوا fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰلِهَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذُوا fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli هَاتُوا ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَاتُوا fiili نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بُرْهَان mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. ذِكْرُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَعِيَ zaman zarfı, ism-i mevsûlün mahzuf sılasına müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذِكْرُ atıf harfi وَ ’la önceki ذِكْرُ ’ye matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَبْل۪ي zaman zarfı, ism-i mevsûlün mahzuf sılasına müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَهُمْ مُعْرِضُونَ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Muttasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُعْرِضُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُعْرِضُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ
Müstenefe olan ilk cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. اَمِ, hemze ve بَلْ manasını taşıyan munkatıdır. Buradaki hemze inkâri manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru sorup cevap bekleme kastı taşımadan, tevbih ve takrir manasına geldiği için mecazı mürsel mürekkebdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi veya cevap beklemesi söz konusu olamadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ cümlesi اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ (Enbiya Suresi, 21) cümlesini tekid eder. (Âşûr)
اتَّخَذُٓوا fiili اِفْتِعال babındandır. اِفْتِعال babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. اِفْتِعال kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Iki mef’ûle müteaddi اتَّخَذُوا fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne müteallik olan car mecrur مِنْ دُونِه۪ٓ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Mef’ûl olan اٰلِهَةًۜ ’deki tenvin tahkir ifade eder.
Bu cümle, 21. ayetteki اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ ifadesinin tekrarıdır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Ayrıca bu tekrar ıtnâb babındandır.
Ondan başka ilâhlar mı edindiler? İfadesinin tekrarı, inkârlarını büyütmek, durumlarının feci olduğunu gözler önüne sermek, onları azarlamak ve cahilliklerini açığa çıkarmak içindir. (Beyzâvî)
قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ [De ki: Delilinizi getirin!] cümlesinde, hasmı aciz bırakıp susturma sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliye olarak gelen هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ cümlesinin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin işaret ismi هٰذَا ile marife olması habere dikkat çekip, önemini vurgular.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Sılası mahzuftur. مَعِيَ, bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪ي ifadesi, haber olan ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ ’ye tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
ذِكْرُ ’nun tekrarı önemine binaen yapılmış ıtnâbdır.
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından ma’tufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
بَلْ harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede müsned olan لَا يَعْلَمُونَۙ ’nin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Onların çoğu bilmiyorlar] denilmesi, bazılarının bunu bildiklerini fakat inat olarak gereğini yapmadıklarını zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetin son cümlesi فَهُمْ مُعْرِضُونَ, önceki cümlenin müsnedi olan لَا يَعْلَمُونَۙ ’ye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ [Bilakis onların çoğu hakkı bilmezler] cümlesini İbni Muhaysın ve el-Hasen الْحَقَّ kelimesini ألحقُ şeklinde ötreli olarak; “O haktır, bu hakkın ta kendisidir.” anlamında ref ile okumuştur. Bu kıraate göre bundan önceki kelime olan “bilmezler” kelimesi üzerinde vakıf yapılır. Buna göre ayet: “... Bilakis onların çoğu bilmezler. (Bu) hakkın kendisidir; bundan ötürü onlar yüz çevirirler.” anlamında olur. Ancak “hak” kelimesinin nasb ile kıraatine göre burada vakıf yapılmaz. (Kurtubî)
Ayetteki مَنْ ’lerde tam cinas sanatı, ذِكْرُ ve مَنْ ’lerin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sayfadaki ayetlerin fasılaları olan و ve نَۙ harflerinde seci ve lüzûm mâ lâ yelzem sanatları vardır. Bu sanatlar sayesinde oluşan musiki, hem dinleyeni cezbeder hem de zihinde yer etmesini sağlar.