يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِ۠ ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْۜ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّۜ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | لِيَسْتَأْذِنْكُمُ | izin istesinler |
|
5 | الَّذِينَ | kimseler |
|
6 | مَلَكَتْ | altında bulunan (köle ve hizmetçi) |
|
7 | أَيْمَانُكُمْ | ellerinizin |
|
8 | وَالَّذِينَ | ve olanlar |
|
9 | لَمْ |
|
|
10 | يَبْلُغُوا | henüz ermemiş |
|
11 | الْحُلُمَ | erginliğe |
|
12 | مِنْكُمْ | sizden |
|
13 | ثَلَاثَ | üç |
|
14 | مَرَّاتٍ | vakitte |
|
15 | مِنْ |
|
|
16 | قَبْلِ | önce |
|
17 | صَلَاةِ | namazından |
|
18 | الْفَجْرِ | sabah |
|
19 | وَحِينَ | ve zaman |
|
20 | تَضَعُونَ | çıkar(ıp yat)acağınız |
|
21 | ثِيَابَكُمْ | elbisenizi |
|
22 | مِنَ |
|
|
23 | الظَّهِيرَةِ | öğle vakti |
|
24 | وَمِنْ | ve |
|
25 | بَعْدِ | sonra |
|
26 | صَلَاةِ | namazından |
|
27 | الْعِشَاءِ | yatsı |
|
28 | ثَلَاثُ | üç vakittir |
|
29 | عَوْرَاتٍ | mahrem olan |
|
30 | لَكُمْ | sizin için |
|
31 | لَيْسَ | yoktur |
|
32 | عَلَيْكُمْ | size |
|
33 | وَلَا | ve yoktur |
|
34 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
35 | جُنَاحٌ | bir günah |
|
36 | بَعْدَهُنَّ | bunların dışında |
|
37 | طَوَّافُونَ | girip çıkarsınız |
|
38 | عَلَيْكُمْ | yanına |
|
39 | بَعْضُكُمْ | biriniz |
|
40 | عَلَىٰ |
|
|
41 | بَعْضٍ | diğerinin |
|
42 | كَذَٰلِكَ | böyle |
|
43 | يُبَيِّنُ | açıklar |
|
44 | اللَّهُ | Allah |
|
45 | لَكُمُ | size |
|
46 | الْايَاتِ | ayetleri |
|
47 | وَاللَّهُ | Allah |
|
48 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
49 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Bu sûrenin 27-29. âyetlerinde bir başkasının evine girmenin usul ve âdâbı açıklanmıştı. Burada evin çocuklarıyla hizmetçilerin, diğer aile fertlerinin odalarına ve özel mekânlarına girip çıkarken nasıl davranacaklarına dair açıklamalar yapılmaktadır.
Kolaylık İslâm’ın ilkelerinden biridir; dinî, ahlâkî ve hukukî ilkeleri ihlâl söz konusu olmadığı sürece müminler, kendilerine kolay gelen uygulamaları tercih edebileceklerdir. İffetin korunması bir ilkedir, bunun için örtünmek, cinselliği sergilememek bir araçtır. Bu ilke ile kolaylık ilkesi çatıştığında ikincisinden, ancak zorunlu olduğu ölçüde fedakârlık edilmesi istenmiş, örtünmenin amacını ortadan kaldırmayan kolaylıklara izin verilmiştir; bunun örnekleri daha önce (30-31. âyetler) ifade edildi. Burada bir başka örnek, “Bunlar sıkça yanınıza girip çıkan, birbirinizle ilişki içinde olduğunuz kimselerdir” gerekçesiyle açıklanmaktadır. Köle, câriye, hizmetçi gibi devamlı evde olan ve hizmet gerektirdiği için evin hanımı ve beyi ile birlikte yaşayan kimselerle henüz ergenlik çağına gelmediği için daha ziyade evde, ana babanın yanında bulunan çocukların, birbirlerinin yanına girip çıkarken, üç vakit dışında izin almalarına gerek görülmemektedir. Bu üç vakitte karı koca veya özel mekânında bulunan diğer ev sakinleri, 30-31. âyetlerde ve tefsirinde açıklanan, “hizmetçiler ve mahremlere mahsus istisnaları aşacak şekilde” soyunabilecekleri için, yanlarına gelmek isteyen küçük çocuklar ve hizmetçilerin izin almaları emredilmiştir. İbn Abbas’ın, bu âyeti açıklarken hükmün devamlı olup olmadığına dair ifadesi ve buna karşı iki önemli fıkıhçının tavrı, günümüzde tartışılan “tarihsellik” problemi bakımından önem taşımaktadır. İbn Abbas’a göre bu âyet geldiğinde müminler yokluk içindeydiler, evlerinde ne kapı vardı ne perde ne de bölme... Çocuklar ve hizmetçiler, anılan üç vakitte karı kocanın üstlerine geldiklerinde onları uygunsuz vaziyetlerde görebiliyorlardı. Bunun için eve girerken izin almaları emredildi. Sonra Allah müminlerin imkânlarını arttırdı, şimdi kapıları da var perdeleri de, bu sebeple kimse bu âyeti uygulamıyor (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1396). İbnü’l-Arabî, İbn Abbas’ın bu yorumunu âyetin neshedildiğini söylemek gibi anlamış ve “Öncelik sonralık, iki hükmün çelişmesi gibi şartlar olmadığına göre burada neshe hükmedilemez” diyerek yoruma katılmadığını ifade etmiştir. Güçlü bir Hanefî fıkıhçısı olan Cessâs ise şöyle demektedir: “İbn Abbas’ın nakline göre bu âyetteki izin alma emri bir sebebe (tarihî bir duruma, uygulamaya) bağlıdır, sebep ortadan kalkınca hüküm de kalkmıştır. Onun sözlerinden anlaşılan, âyetin hükmünün devamlı olarak kaldırıldığı (mensuh olduğu) değil, uygulamanın sebep ve şarta bağlı bulunduğudur; aynı sebep yeniden bulunsa hüküm de uygulanır” (III, 330).
Ergenlik çağının kızlarda âdet görme, erkeklerde ihtilâm olma ile başladığında ittifak vardır. Bu iki biyolojik gelişmenin gecikmesi veya olmaması halinde Ebû Hanîfe’ye göre erkeklerde on sekiz, kızlarda on yedi, müctehidlerin çoğuna göre ise on beş yaşın dolmasıyla ergenlik çağına girilmiş olur. Çocuklar ergenlik çağına girince, aynı derecedeki diğer mahremler için söz konusu olan sınırlara ve istisnalara tâbi olurlar.
Fecera فجر: فَجْرٌ bir şeyi geniş bir şekilde yarmaktır. Örneğin insanın su kanalı açması gibi.. Geceyi yarmasından, onda bir gedik açmasından dolayı sabah vaktine deفَجْرٌ denmiştir. فُجُورٌ ise diyanet perdesinin yırtılmasıdır. Fiil olarak günah işledi anlamında فَجَرَ şeklinde kullanılır, mastarı فُجُورٌ olarak gelir. فاجِرٌ günahkardır, çoğulu فُجَّارٌ ve فَجَرَةٌ dır. İnfial babı formundaki إنْفَجَرَ fiili ise yarıldı demektir. (Müfredat)
Fısk ile Fücûr Arasındaki Fark: Fısk, büyük bir günah işleyerek Allah’a itaatten çıkmak anlamına gelir. Fücur ise Allah’a isyanlar konusunda cüretkar olmak ve onları bolca işlemektir. Kelimenin aslı su bendinde bir delik açıp oradan su fışkırmaya başladığı zaman söylenen أفْجَرْتُ السِّكْرَ (su bendini patlattım) ifadesinden geldiği için küçük günah işleyen için فاجِر fâcir ifadesi kullanılmaz. Sonra fücur kelimesinin kullanımı yaygınlaşmış, zina, livata (eşcinsellik) ve benzeri günahlar için özel isim olmuştur. (Furuq)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fecr, fâcir ve fücurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedel olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı لِيَسْتَأْذِنْكُمُ ’dır.
لِ emir lamıdır. يَسْتَأْذِنْكُمُ sükun üzere mebni emir fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ atıf harfi و ’la önceki الَّذ۪ينَ ’ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَبْلُغُوا fiili ن ’un hazfi ile meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْحُلُمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْكُمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir.
ثَلٰثَ zaman zarfı, يَسْتَأْذِنْكُمُ fiiline mütealliktir. مَرَّاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يَسْتَأْذِنْكُمُ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi أذن ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِ۠ ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْۜ
İsim cümlesidir. مِنْ قَبْلِ mahzuf mübtedaya mütealliktir. Takdiri, هي من قبل (Onlar; … den öncedir) şeklindedir.
صَلٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْفَجْرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ح۪ينَ zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَضَعُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تَضَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ثِيَابَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الظَّه۪يرَةِ car mecruru تَضَعُونَ fiiline mütealliktir. مِنْ harf-i ceri cinsini beyan içindir. Takdiri, من وقت الظهيرة (öğle vaktinde) şeklindedir. Veya sebebiyyedir. Takdiri, بسبب حرّ الظهيرة (öğle vakti sıcağı sebebiyle) şeklindedir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ بَعْدِ atıf harfi و ’la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. صَلٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْعِشَٓاءِ۠ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثَلٰثُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هي (o) şeklindedir. عَوْرَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَكُمْ car mecruru عَوْرَاتٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّۜ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
لَيْسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.
Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْكُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mukaddem haberine mütealliktir.
لَا harfi zaiddir. عَلَيْهِمْ atıf harfi و ’la makabline matuftur. جُنَاحٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
طَوَّافُونَ mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir. عَلَيْكُمْ car mecruru طَوَّافُونَ’ye mütealliktir.
بَعْضُكُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى بَعْضٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يُبَيِّنُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يُبَيِّنُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru يُبَيِّنُ fiiline mütealliktir.
اٰيَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
يُبَيِّنُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
وَ itiraziyyedir. Hal olması da caizdir. İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ mübtedanın ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِ۠
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın gayesi; nida edilene önemli birşeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer’i bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formundaki nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. Yakına seslenmede uzak için kullanılan يَٓا nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından اَيُّ lafzının ve tenbih edatı هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.
Kur'an-ı Kerim’de يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklinde gelen hitaplardan sonra, burada olduğu gibi müminlere bir ültimatom yer almıştır.
Daha önce zikredilen hükümler ile gelecek hükümlere ilişkin emir ve yasaklara uymayı gerektiren temsiller, teşvikler, uyarılar ve mükâfat ile ceza vaatleri konusunda gerekli izahat verildikten sonra burada yine mezkûr hükümlerin devamı olan birtakım hükümlerin beyanına dönülmektedir. (Ebüssuûd)
Rivayet olunuyor ki Esma binti Ebi Mersed'in bir kölesi, onun istemediği bir zamanda yanına girdi. İşte bunun üzerine bu ayet nazil oldu.
Diğer bir görüşe göre ise Resulullah (s.a.), henüz ergenlik çağına ermemiş olan Müdlec b. Amr El-Ensarî'yi, Hz. Ömer'i çağırmak için öğle üzeri ona gönderdi. Müdlec de o sırada uyumakta olan ve elbisesi açılmış bulunan Hz. Ömer'in yanına girdi. Bunun üzerine Hz Ömer dedi ki: “Allah'ın, babalarımızı, çocuklarımızı ve hizmetçilerimizi, bu saatlerde izinsiz olarak yanımıza girmelerini yasaklamasını çok arzu ediyorum!” Sonra Müdlec ile beraber Resulullah'ın yanına gittiğinde bu ayetin nazil olduğunu gördü. (Ebüssuûd)
الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ifadesinde, tağlîb yoluyla müennesler de kastedilmiştir. يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabında genellikle bu gaye mevcuttur.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Sılası olan اٰمَنُوا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nida edilenlerin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Nidanın cevabı olan …لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذ۪ينَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleye dahil olan لْ , emir lamıdır.
يَسْتَأْذِنْكُمُ fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ibaresi köle ve cariyeden kinayedir.
Faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’ye matuf olan ikinci ism-i mevsûlun sılası olan
لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلٰثَ مَرَّاتٍ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
ثَلٰثَ مَرَّاتٍ (üç defa) ibaresindeki ثَلٰثَ, mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib masdar veya zarfiyyedir. مِنْ قَبْلِ صَلٰوةِ الْفَجْرِ [Sabah namazından önce] ibaresi, ثَلٰثَ مَرَّاتٍۜ ’den bedeldir. Car mecrurun, mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallik olması da caizdir.
وَح۪ينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّه۪يرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلٰوةِ الْعِشَٓاءِ۠ (öğle sıcağından elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra): Birbirine atfedilmiş bu iki ibare, öncesine matuftur, atıf sebebi tezâyüftür.
ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْۜ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâzı hazif sanatı vardır.
ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ izafeti mahzuf mübtedanın haberidir. Hazf edilen muzâfla birlikte takdiri, أوقات ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ ’dir. عَوْرَاتٍ ’deki tenvin, tazim içindir.
لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ cümlesi ثَلٰثُ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Nakıs fiil لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْكُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. جُنَاحٌ muahhar ismidir.
وَلَا عَلَيْهِمْ ibaresi عَلَيْكُمْ ’e matuftur. Nefy harfi لَا, olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.
جُنَاحٌ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
Kādî şöyle der: “Hakk Teâlâ'nın ‘Ey iman edenler, ellerinizin altında olan köle ve cariyeler, sizden izin isteyerek (yanınıza girsinler).’ ifadesinin zahirindeki ‘siz’ zamirinden her ne kadar erkekler kastediliyor görünüyor ise de bununla hem erkekler hem kadınlar kastedilmiştir. Çünkü erkekler, dişilere ‘tağlîb’ edilir yani onlar zikredilmek suretiyle, öbürleri de kastedilir. Binaenaleyh, ayrıca zikredilmediklerine göre, hepsi de ayetteki ‘siz’ ifadesine dahildirler. Bunun böyle olduğunu, ayetteki, ellerinizin altında olanlar ifadesi gösterir. Çünkü bu tabir, hem kadın hem de erkekler hakkında kullanılır.” (Fahreddin er-Râzî)
ثَلٰثُ عَوْرَاتٍ Üç mahrem vakit; tesettürünüzün aksayacağı üç vakittir. Bunun mübteda olup haberin de arkasından gelenler olması da caizdir. عَوْرَاتٍ lafzının aslı bir şeye halel vermektir. (Beyzâvî)
Bu cümle, anılan üç vakitte izin istemenin zorunlu olmasının gerekçesini beyan etmektedir. Yani bu üç vakit, âdete göre örtünmenin olmayabileceği vakitlerdir. (Ebüssuûd)
العَوْرَةُ (avret) kelimesi ara, aralık, bozukluk, noksanlık anlamına gelir. Gözü bozuk ve şaşı olana da أعْوَرُ denilir. (Âşûr)
Bu ayet-i kerime, akrabaların ve aynı evde yaşayan insanların, birbirlerinin yanlarına girmeleri halinde izin istemeleri hükmünü getirmektedir. Bundan önce geçen yirmi yedi, yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu ayetlerde ise yabancıların birbirlerinin evlerine girmeleri halinde izin istemeleri hükmünü ihtiva etmekte idi.
Allah Teâlâ, bu ayet-i kerimede müminlere, hizmetçilerinin, kölelerinin ve ergenlik çağına ermemiş çocuklarının şu üç vakitte yanlarına girmeleri halinde izin istemelerini emretmektedir.
Bu vakitlerden biri, sabah namazından önceki vakittir. Bu vakitte insanlar uykudadırlar, avret mahallerinin kapalı olup olmadığını bilemezler. Bu sebeple yanlarına izinsiz girilemez. İkinci vakit ise öğle sıcağındaki dinlenme vaktidir. Bu vakitte de bir kısım insanlar dinlenme anında elbiselerini soyunabilir veya uykuda olabilirler. Bu vakitlerden üçüncüsü ise yatsı namazından sonraki vakittir. Bu vakitte de insanlar uykuda olurlar. Fakat bu vakitlerin dışında gerek hizmetçilerin gerek küçük çocukların gerekse köle ve cariyelerin izin istemeden erkek ve kadınların yanlarına girmelerinde bir mahzur görülmemiştir. Zira bunlar çokça gezip dolaşmaktadırlar. Bunlara, bu vakitlerin dışında da izin isteme mecburiyeti konulduğu takdirde bunlar için zorluk olacaktır. (Taberî)
طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. طَوَّافُونَ fiili, takdiri هُمْ olan mahzuf mübtedanın haberidir. عَلَيْكُمْ car mecruru طَوَّافُونَ ‘ye mütealliktir. بَعْضُكُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ cümlesi, طَوَّافُونَ’den bedeldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلٰى بَعْضٍۜ, mübteda olan بَعْضُكُمْ ’un mahzuf haberine mütealliktir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Etrafınızda çokça dolaşırlar yani هُمْ طَوَّافُونَ demektir ki izin almama mazeretini beyan eden yeni söz başıdır. (Beyzâvî)
Birinci vakit ile üçüncü vakitte bu emrin sebebi olan soyunma zikredilmemiş, yalnız ikinci vakit için zikredilmiştir. Çünkü öğle uykusu için elbise çıkarma zamanı pek kısadır. Bir de bu uyku zamanı gündüz olduğu için girip çıkmanın çok olabileceği ve benzer olayların beklendiği bir vakittedir. Diğer iki vakit ise böyle değildir; çünkü o iki vakitte daima soyunma olduğu bilinen bir gerçek olduğundan, bunun sarahatle belirtilmesine ihtiyaç yoktur. (Ebüssuûd)
Ayette izin istenecek üç vaktin ve izin istemesi gereken kişilerin sayılması taksim sanatıdır.
كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet fiil cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَذَ ٰلِكَ, amili يُبَيِّنُ olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Mecrur mahaldeki işaret isminin müteallakının hazfı îcâz-ı hazif sanatıdır.
Takdiri, تبيينًا مثل ذلك يبين الله لكم الآيات (İşte Allah böyle bir açıklama ile ayetleri açıklar.) şeklindedir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz, haşyet uyandırma ve hükme uymaya teşvik amacına matuftur.
عَلَيْكُمْ - لَكُمْ ile قَبْلِ - بَعْدَ ve الْفَجْرِ - الْعِشَٓاءِ۠ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ - ثَلٰثُ - بَعْدَ - عَلَيْكُمْ - صَلٰوةِ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَذَ ٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذَأَ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s.101)
الْاٰيَاتِ ’daki marifelik cins içindir. (Âşûr)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
وَ itiraziyye veya haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın, mübalağa kalıbındaki عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ cümlesinde zamir yerine Allah lafzının gelmesi konunun heybetini artırmak ve hükmün, illetini bildirmek için yapılan ıtnâbdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.