قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ
İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmeyi bir kenara bırakıp, küstahça bir tavırla yüce yaratıcının ve peygamberinin bildirdiklerini yalnızca aklıyla yargılamaya kalkışmasının ne kadar çelişkili olduğu bir örnek ışığında ortaya konmaktadır. Bu örnekte iki nesne (nutfe ve çürümüş kemik) kıyaslanmaktadır. Bunlardan nutfe, Kur’an’daki kullanımlarına göre erkeğin menisi veya döllenmiş hücre (zigot) mânasına gelmektedir. Böylesine önemsiz görünen bir cismin belirli süreçlerden geçtikten sonra yetişkin bir insan haline gelebilmesini sağlayan bir irade ve kudretin yani yaratıcının bulunduğunu kabul eden kişinin –ki başka âyetlerde belirtildiği üzere müşrik Araplar evrenin ve evrendeki varlıkların yaratıcısının Allah olduğunu itiraf ediyorlardı–, işte bu gücün çürümüş kemiğe de can verebileceğini yadırgamaması gerekir. Ne var ki Resûlullah’ın peygamberliğini ve onun bildirdiklerini, dolayısıyla öldükten sonra dirilme gerçeğini kabul etmemek, sonuç olarak da Allah’ın yanı sıra başka mâbudlara tapma esasına dayalı kurulu düzenlerini sürdürmek için kırk dereden su getiren Mekke müşrikleri, akıllarınca bu tür örneklerden de yararlanarak alaycı ifadelerle çevrelerindekileri etkilemeye çalışıyorlardı. Tefsirlerde bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak şöyle bir olaya yer verilir: Müşriklerin önde gelenlerinden biri Hz. Peygamber’e elinde çürümüş bir kemik parçasıyla gelir ve onu ufalayıp, “Böyle un ufak olduktan sonra Allah bunu diriltecek öyle mi?” der. Resûl-i Ekrem de “Evet. Nitekim O seni de öldürecek, sonra diriltip cehenneme atacak!” cevabını verir. Rivayetlerde Resûlullah’la konuşan kişi ile ilgili olarak Übey b. Halef, Âsî b. Vâil, Ebû Cehil ve Velîd b. Mug^re isimlerinin geçmesi, olayın benzerlerinin birkaç defa meydana gelmiş olması ihtimalini düşündürmektedir (İbn Âşûr, XXIII, 73; rivayetler için ayrıca bk. Taberî, XXIII, 30-31; İbn Atıyye, Abdullah b. Übeyy’in adının zikredilmesini haklı olarak eleştirir; IV, 463-464). Fakat en çok adı geçen Übey b. Halef’in, isimleri belirtilen diğer kişilerin bulunduğu bir toplulukta, “Muhammed Allah’ın ölüleri dirilteceğini söylüyor, bunu onunla tartışacağım!” dedikten sonra çürümüş bir kemik alıp Resûlullah’a gittiği rivayeti daha mâkul görünmektedir (Zemahşerî, III, 293). Râzî’nin belirttiği üzere önemli olan, özel sebep ne olursa olsun sözün genelinden çıkan mânadır, ki bu da Allah’ın kudretini ve haşri inkâr eden zihniyetin mahkûm edilmesidir (XXVI, 107-108). 79. âyetin son cümlesinde geçen halk kelimesi hem “yaratma” hem “yaratılanlar” (mahlûkat) anlamına geldiği için, bu cümle genellikle bu iki mânayı da yansıtmak üzere şu şekilde açıklanmıştır: Allah Teâlâ, yaratılanların hepsini bütün ayrıntılarıyla, her birini toplanan ve dağılan parçalarıyla, usulü ve fürûu, içinde bulunduğu durumları, nitelik ve nicelikleri, her türlü özellikleriyle bilir; yaratmanın da her türlüsünü, maddeli-maddesiz, aletli-aletsiz, örnekli-örneksiz, ilkin ve sonra her çeşidini bilir (Elmalılı, VI, 4041).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 513-514
قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُحْي۪يهَا fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası اَنْشَاَهَٓا 'dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَنْشَاَهَٓا fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوَّلَ mef’ûlun mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. مَرَّةٍ muzâfun ileyh olup fetha ile mecrurdur.
وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e mütealliktir. خَلْقٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ ise haberdir.
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُحْي۪يهَا fiilinin faili konumundaki has ismi mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
مَرَّةٍۜ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Ayette Allah Teâlâ kâfirlerin sözlerine akli deliller getirerek cevap veriyor. Bu ikna ve ispat tarzı, mezheb-i kelamî sanatıdır.
وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِكُلِّ خَلْقٍ , ihtimam için mef’ûl olan عَل۪يمٌۙ ’e takdim edilmiştir.
خَلْقٍ ’daki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
اَنْشَاَهَٓا - خَلْقٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَل۪يمٌۙ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
عليم (Çok iyi bilir) kelimesi عالم (Bilir) kelimesinin mübalağa şeklidir, بكل خلق (Her yaratmayı) ibaresi, bu mübalağa şeklini gerektirmiştir.
Bu ayetin son kısmında isim cümlesinin gelmesi Allah Teâlâ'nın ilminin yaratma gibi olmadığına, devamlı olduğuna tenbih içindir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 365)
78-79. ayetlerde olduğu gibi soruyu reddederken (tersinin doğru olduğunu öne
sürerek) müsned zikredilebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)