Kur'ân Seferberliği - Birlikte Kur'ân Seferberliğine Çıkıyoruz!
En'âm Sûresi 92. Ayet

وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ  ...

İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهَٰذَا bu da
2 كِتَابٌ bir Kitaptır ك ت ب
3 أَنْزَلْنَاهُ indirdiğimiz ن ز ل
4 مُبَارَكٌ mubarek ب ر ك
5 مُصَدِّقُ doğrulayıcı ص د ق
6 الَّذِي
7 بَيْنَ arasındakini ب ي ن
8 يَدَيْهِ elleri ي د ي
9 وَلِتُنْذِرَ ve uyarman için ن ذ ر
10 أُمَّ anası ا م م
11 الْقُرَىٰ şehirlerin ق ر ي
12 وَمَنْ kimseleri
13 حَوْلَهَا çevresindeki ح و ل
14 وَالَّذِينَ ve kimseler
15 يُؤْمِنُونَ inananlar ا م ن
16 بِالْاخِرَةِ ahirete ا خ ر
17 يُؤْمِنُونَ inanırlar ا م ن
18 بِهِ buna
19 وَهُمْ ve onlar
20 عَلَىٰ
21 صَلَاتِهِمْ namazlarına ص ل و
22 يُحَافِظُونَ devam ederler ح ف ظ
 

“Allah hiçbir insana (peygambere) hiçbir şey indirmedi” diyenlere âyet şu cevabı veriyor: “İşte bu Kur’an, Ümmülkurâ (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz, kendisinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır.” Böylece âyette Kur’an, vahyin ve nübüvvetin gerçek olduğunu belgeleyen canlı ve güncel bir kanıt olarak gösterilmiştir. 

 Kur’ân-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve âhiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır.

 Kur’an’ın kendisinden önceki kitapları tasdik etmesi iki noktada toplanır: Öncelikle bazı eski kitaplarda yer alan Hz. Muhammed’in risâletine ilişkin müjde, Kur’an’ın inzâli ile fiilen gerçekleşmiş; bu suretle Kur’an eski kitaplardaki müjdeyi tasdik etmiş, yani doğruluğunu kanıtlamıştır. İkinci olarak Kur’an başta Allah’ın birliği, nübüvvet ve âhiret gibi itikadî konular olmak üzere birçok esasta ve hükümde eski kitaplarla tam bir uyum içinde olmuştur. Bu da Kur’an’ın onlar hakkındaki bir tasdikidir. Kur’an’ın, geçmiş dinlerdeki bazı amelî hükümleri değiştirmesi veya kaldırması ve onlarda bulunmayan yeni hükümler getirmesi tamamen değişen ve gelişen şartlarla ilgili olup o dinlerin kutsal kitaplarını tasdik edici özelliğini bozmaz. 

 Mekke’nin “Ümmülkurâ” diye anılması bölgenin din ve ticaret merkezi, bilhassa hac mahalli olması, ayrıca Arabistan’ın en eski mâbedi sayılan Kâbe’nin orada bulunmasından (Âl-i İmrân 3/96-97) dolayıdır. Kur’an evrensel bir kitap olmakla birlikte vahyin ilk muhatapları Mekke ve çevresinde yaşayan Araplar olduğu için Mekke’de inen En‘âm sûresinin bu âyetinde de, tabii olarak, öncelikle buralardaki insanların uyarılması üzerinde durulmuştur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 440

 

وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. كِتَابٌ  haber olup damme ile merfûdur. اَنْزَلْنَاهُ  cümlesi, كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.  

اَنْزَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُبَارَكٌ  kelimesi  كِتَابٌ ‘un ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur. 

مُصَدِّقُ  kelimesi  كِتَابٌ ‘un üçüncü sıfatı olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mekân zarfı  بَيْنَ  ism-i mevsûlun mahzuf sılasına mütealliktir.  يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için cer alameti  ي ‘dir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi, تُنْذِرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle  اَنْزَلْنَاهُ  fiiline mütealliktir.

تُنْذِرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. اُمَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرٰى  muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. الْقُرٰى  maksur isimdir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ  ile  اُمَّ  ‘ye matuf olup, mahallen mansubdur. Mekân zarfı  حَوْلَهَا , mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ  kelimeleri burda hakiki ve müfred şeklinde gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burda  Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir.  الْقُرٰى  burada maksur isim olduğu için takdiri olarak îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تُنْذِرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir. 

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ‘dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُصَدِّقُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُبَارَكٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfâale babının ism-i mef’ûlüdür. 

    

وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪  car  mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى صَلَاتِهِمْ  car mecruru  يُحَافِظُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُحَافِظُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

يُحَافِظُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُحَافِظُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi  حفظ ’dir. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Bu bab: müşareket (işteşlik - ortaklık), bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır.) Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ


وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

هٰذَا كِتَابٌ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin mertebesinin yüksekliğini belirterek tazim ifade eder. 

اَنْزَلْنَاهُ  cümlesi, كِتَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اَنْزَلْنَاهُ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir.(Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Kur’an-ı Kerîm’in mübarek diye nitelendirilmesi, ona inanıp gereğince yaşayanların dünya ve ahiret hayatları için feyiz, bereket, mutluluk ve huzur kaynağı olmasından dolayıdır. (Kur’an Yolu Tefsiri)

مُبَارَكٌ  kelimesi  كِتَابٌ  için ikinci,  مُصَدِّقُ , üçüncü sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İlk sıfat fiil cümlesi şeklinde gelerek inzalin an be an yenilendiğine, diğer sıfatlar isim formunda gelerek Allah’tan gelen feyzin devamındaki istimrara ve sübuta delalet etmiştir. (https://tafsir.app/aljadwal/6/92)

مُصَدِّقُ  kelimesi için muzâfun ileyh konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası mahzuftur. Mekan zarfı  بَيْنَ يَدَيْهِ  , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’ın gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ cümlesi, masdar teviliyle takdiri; …أنزلناه ليؤمنوا [inanmaları için onu indirdi] olan mahzuf masdara matuftur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl olan  اُمَّ ’ye matuf müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası mahzuftur. Mekân zarfı  حَوْلَهَا  bu mahzuf sılaya mütealliktir. 

بَيْنَ يَدَيْهِ  ifadesinde kinaye vardır.

اُمَّ  kelimesinde istiare vardır. Mekke şehirlerin aslıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi; Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Mekke’nin bütün şehirlerin en şereflisi ve bütün Müslümanların kıblesi anlamına gelen  اُمَّ الْقُرٰى  ile vasıflanması Mekke sakinlerini uyarmanın asıl olup, yeryüzünün diğer bütün sakinlerini uyarmanın da bu asla bağlı olduğunu bildirmek içindir. Müminlerin yerine getirmesi gereken ibadetlerden özellikle namazları muhafazanın zikre değer görülmesi, onun bütün ibadetler içindeki yerinin pek yüksek ve imandan sonra ibadetlerin en şereflisi olduğunu bildirmek içindir.(Ebüssuûd,  İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Bütün şehirlerin anası, merkezi demek olan  اُمُّ الْقُرٰي  (Ümmü’l-kura) Mekke’nin bir ismidir ki cihanın merkezi, bütün yaratılmışların kıblesi demek gibidir. Uyarma, Mekke’nin kendisine değil, halkına olacağı bilindiğinden mana, mecaz veya mecaz isnadı suretiyle  اَهْلُ اُمِّ الْقُرٰي  “Ümmü’l-kura halkı” demektir, وَمَنْ حَوْلَهَا  “ve çevresindeki kimseleri” ifadesi de buna karinedir. Şüphe yok ki "Mekke" denilmeyip de "Ümmü'l-kurâ" denilmesi, Mekke'yi âlemdeki bütün şehirlerin bir mutlak merkezi gibi düşündürmek içindir. Ve bundan dolayı da,  وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  “ve çevresindeki kimseler” merkez ve çevre karşılığıyla bütün yer çevresinde bulunanların hepsi demek olur. Bununla beraber "Ümmü'l-kurâ" merkezlik manası dikkat nazarına alınmaksızın "Mekke" demek gibi düşünülürse,  وَمَنْ حَوْلَهَا  “çevresindeki kimseler” den Mekke çevresi, Mekke civarı, bundan da nihayet Arap Yarımadası düşünülür. Bu ihtimale göre Kur'ân'ın nüzul hikmeti yalnızca Mekke ve Arap Yarımadası halkının uyarılmasına mahsusmuş gibi bir kuruntu akla gelebileceğinden  لِتُنْذِرَ مَكَّةَ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  "Mekke ve etrafını uyarman için" buyurulmadığı gibi,  لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا  "Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" de buyurulmayıp atıf vâvı ile  وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ  "ve Ümmü'l-kurâ ve etrafını uyarman için" buyurulmuş ve bununla Kur'an'ın nüzulünün, Muhammed aleyhisselâm'ın peygamberliğinin yalnız Arap milletini uyarma hikmetine mahsus olmadığı ve bir ayet yukarısındaki "O Kur'an, âlemler için ancak bir uyarıcıdır" manasıyla, bereketlerinin kapsamının genişliğinden gaflet etmemek gerektiği ve özellikle "Ey Resulüm Muhammed! Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" (Sebe', 34/28) ayetinin kapsamı anlatılmıştır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Hak Teala Kur’an’ı, bu ayette birçok sıfatla nitelendirmiştir:

Birinci sıfat: Ayetteki, "indirdiğimiz" ifadesidir. Bundan maksat, Kur'an'ın Hazret-i Peygamber tarafından değil, Allah Teâlâ tarafından olan bir kitap olduğunu bildirmektir. Çünkü Hak Teâlâ'nın, Hazret-i Peygamber (s.a.v)'e, sayesinde bu şekilde fesahat özelliğine sahip bir Kur'an meydana getirebileceği birçok ilimler vermiş olması uzak bir ihtimal değildir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah, durumun böyle olmadığını ve Cebrail (a.s)'in dili ile Kur'an vahyini indirme işini bizzat üzerine aldığını beyan etmiştir.

İkinci Sıfat: Ayetteki "Mübarek olarak" (bir feyz kaynağı olarak) tabiridir. Me'ânî alimleri "Mübarek bir kitap , bereketi ve menfaati devamlı olan, hayrı çok, sevap ve mağfiretle müjdeleyip, kötü fiillerden ve günahlardan insanı alıkoyan bir kitaptır" demişlerdir.

Üçüncü Sıfat: Ayette, "Kendinden öncekini (Tevrat ve İncil'i) tasdik edici olarak" sıfatıdır. Bu ifadeden murad, O'nun, kendisinden önce indirilmiş olan kitapları tasdik edici olmasıdır. Bu kitaplarda mevcut olan mükellefiyetlerin, Hazreti Muhammed (s.a.v)'in ortaya çıkış zamanına kadar devam edip geçerli olması; ama, O'nun şeriatının ortaya çıkışından sonra mensuh (kaldırılıp, hükmü geçersiz) olması gerektiği sonucu ortaya çıkar. Binaenaleyh bu kitaplar, o hükümlerin, bu vecihle sübûtuna delalet edip, Kur'an'ın da bu manaya muvafık ve mutabık olduğu; böylece  Kur'an'ın, bütün semavi kitapları tasdik edici olduğu, sabit olmuştur.

Dördüncü Sıfat: Ayetteki, "bir de başkent (Mekke) ile bütün çevresindeki yerleri uyarman için..." ifadesidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi;  müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda konumundadır. Mevsulü her zaman takibeden sıla cümlesi olan  يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilerin biliniyor olmasının yanında onlara tazim ifade eder.

يُؤْمِنُونَ بِه۪  cümlesi  اَلَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil sıygasında cümle olması, hükmü takviye etmiştir.

Ayette kullanılan  يُحَافِظُونَ  fiili, مفاعل  kipi olup mübalağa ifade eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

يُؤْمِنُونَ  fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hal وَ ‘ıyla gelen  وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلٰى صَلَاتِهِمْ , ihtimam için haber olan  يُحَافِظُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Müsned olan  يُحَافِظُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.

Ayetteki muzari fiiller hudus teceddüt, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fill tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

صَلَاتِهِمْ  izafeti, muzâf ve muzâfun ileyhin aralarındaki bağlantının kuvvetine işaret eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Mü’minun/2)

Demek ki, kitaba inanmamanın sebebi ahirete inanmamaktır.

Ve onlar namazlarını koruyucudurlar. (Namazı vaktinde kılmak, rükunlarını tam olarak yerine getirmek vs)

حَٱفظ  fiili karşılıklı oluş bildirir. Ben namazı koruyorsam, yani vaktinde, şartlarını yerine getirerek kılıyorsam, demek ki namaz da beni koruyor. Bu da namazın kötülüklerden koruması, alıkoyması olarak düşünülebilir. عَلَى  harfi nedeniyle ısrar ve tekrar vurgusu vardır. (Arapça-Türkçe Sözlük) Ayrıca bu harfteki istila manası düşünülerek istiare manası dolayısıyla namaz ile ilişkimiz, binici-at arasındaki ilişki gibi düşünülebilir. Binicinin atı kontrol etmesi, yönetmesi, bakımını yapması, sevmesi, ihtiyaçlarını karşılaması gibi manaları namaz için düşünülmelidir.

حَٱفظ  fiilinin mufâale babından gelmesi hakiki manada değil mübalağa içindir. Namazı muhafaza etmek; vakitlerini geciktirmekten korumaktır. Bu ifade namazla alakalı şeylerin büyük bir hak olduğunu ve bunları ihmal etmekten korkulduğunu ilan eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

خفظ  korudu demektir. Bu fiilin bir faili, yani öznesi vardır.

حَافِظُو  fiili ise karşılıklı iki taraf arasında geçen fiiller için kullanılan bir kalıpla gelmiştir. Burada da iki failden biri insan diğeri namazdır. Yani namazın bizi korumasını istiyorsak bizim namazı korumamız gerekir. Bu fiil bu şekliyle Kur’ânda 4 kere ve hepsinde de namazla geçmiştir. (Bakara/238, Mü’minûn/9, Meâric/34)

حَافِظُو  emri,  الْمُخَاصَمَةُ  ve  الْمُقَاتَلَة  lafızları gibi müşa­reket ifade eden bir babtan getirilmiştir. Yani karşılıklı koruma işi, namaz kılan kimseyle namaz arasındadır. Buna göre sanki şöyle denilmek istenmiştir: "Namazının seni koru­ması için, sen de namazına devam et!" Bil ki namazın, namaz kılan kimseyi koruması şu üç şekilde olur:

1) Namaz, insanı günahlardan korur. Nitekim Hak Teâlâ, إِنَّ ٱلصَّلَوٰةَ تَنْهَىٰ عَنِ ٱلْفَحْشَآءِ وَٱلْمُنكَرِ [Muhakkak ki namaz, edepsizlikten ve çirkin olan her şeyden alıkor] (Ankebut, 45) Binaenaleyh, kim namaz kılmaya de­vam ederse, namaz onu fuhşiyattan korur.

2) Namaz insanı, bela ve sıkıntılardan korur. Nitekim Hak Teâlâ,  وَٱسْتَعِينُوا۟ بِٱلصَّبْرِ وَٱلصَّلَوٰةِ  [Sabır ve namaz ile yardım isteyiniz] (Bakara, 45) ve   وَقَالَ ٱللَّهُ إِنِّى مَعَكُمْ ۖ لَئِنْ أَقَمْتُمُ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتَيْتُمُ ٱلزَّكَوٰةَ (Maide, 12) buyurmuştur ki, bunun manası, [Eğer namazınızı kılar, zekatınızı da verirseniz ben yardımım ve korumamla sizin yanınızdayım] şeklindedir.

3) Namaz, namaz kılan kimseyi korur ve ona şefaat eder. Nitekim Hak Teâlâ, وَأَقِيمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ وَمَا تُقَدِّمُوا۟ لِأَنفُسِكُم مِّنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِندَ ٱللَّهِ  [Namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin. Kendiniz için önden ne hayır yollar­sanız, Allah katında onu bulacaksınız] (Bakara, 110) buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

الصَّلٰوةِ  kelimesi çoğuldur. Yani en az üç namaz demektir. Orta namaz, bir önceki kelimeden (yani ''namazlar'' kelimesinden) farklı ise, dördüncü namaz olur. Dördüncü namazın orta olabilmesi için toplam namaz vakitlerinin tek sayı olması lazım, demek ki beş vakit namaz vardır.

الصَّلٰوةِ  kelimesindeki ال  ahd içindir. Burada kastedilen, farz namazlardır. Asıl istenilen beş vakit namazın korunmasıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

الصَّلَوَاتِ  kelimesinde, elif lam ahd-i haricî içindir ki maksat, günde beş vakit bilinen farz namazlardır. Bu ahd olmasaydı, bilinen bütün namazların farz olması gerekecekti ki buna güç yetmezdi.

Cenab-ı Hak, وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ  "ve onlar namazlarına devam ederler" buyurmuştur ki bundan maksat, "Ahirete iman, insanı nübüvveti tasdike sevk ettiği gibi, beş vakit namaza devam etmeye de sevk eder..." şeklindedir. Hiç kimse, "Ahirete iman, bütün taatlere teşvik eder... O halde, namazın özellikle zikredilmesinin bir anlamı yoktur" diyemez. Çünkü biz diyoruz ki bundan maksat, Allah'a imandan sonra namazın, ibadetlerin en şereflisi ve en kıymetlisi olduğuna dikkat çekmektir... Namaz hariç, zahirî ibadetlerden hiçbirisi hakkında "îman" ismi kullanılmamıştır. Nitekim Cenab-ı Hak,  وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ  "Allah imanınızı, yani namazınızı zayi edecek değildir..." (Bakara, 143) buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)