İsrâ Sûresi 36. Ayet

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً  ...

Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تَقْفُ ardına düşme ق ف و
3 مَا şeyin
4 لَيْسَ olmayan ل ي س
5 لَكَ senin
6 بِهِ hakkında
7 عِلْمٌ bilgin ع ل م
8 إِنَّ çünkü
9 السَّمْعَ kulak س م ع
10 وَالْبَصَرَ ve göz ب ص ر
11 وَالْفُؤَادَ ve gönül ف ا د
12 كُلُّ hepsi ك ل ل
13 أُولَٰئِكَ bunların
14 كَانَ ك و ن
15 عَنْهُ o(yaptığı)ndan
16 مَسْئُولًا sorumludur س ا ل
 
On birinci ödev kişinin bilmediği bir şeyin peşine düşmemesi, bilgisiz hüküm vermemesidir. Âyette insanın bilmediği bir konuda söz söylemesi, hüküm vermesi, bilgisizce davranması, bilmediği tanımadığı kişiler hakkında ileri-geri konuşması, daha özel olarak yalancı şahitlik yapması, iftira atması, kısaca bilgi sahibi olmadan tahmine göre herhangi biri için maddî veya mânevî zarara yol açacak şekilde konuşması ve hareket etmesi yasaklanmaktadır. İnsan ya duyduğu ya gördüğü ile veya akıl ve vicdanıyla hareket eder; yani bilgilerimiz ya habere ya gözleme ya da akla dayanır. Âyette bu bilgi kaynaklarının doğru kullanılması gerektiği, bunlardan sorumlu olunduğu ifade edilmektedir. Kuşkusuz bu yasak, insan ilişkileriyle ilgili olup bilimsel ve fikrî konularda kurallara uygun olarak tahminler yürütmek, görüş belirtip ictihadlarda bulunmak meşrû, hatta gereklidir. Nitekim Hz. Peygamber, Kitap ve Sünnet’te delil bulunmaması halinde şahsî görüş (re’y) istikametinde uygulamalarda bulunmayı tasvip etmiştir (Şevkânî, III, 257). İslâm hukukunda kıyasın delil sayılamayacağını kabul edenlerin dayanaklarından biri de bu âyettir. Çünkü âyet uygulamada kesin bilgiyi emretmektedir; oysa kıyas zanna dayanır. Ancak bu görüş azınlıkta kalmıştır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 481-482
 

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.

تَقْفُ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَيْسَ  camid nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  لَكَ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

بِهٖ  car mecruru  عِلْمٌ ’un mahzuf haline mütallıktır.  عِلْمٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

 

 اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  السَّمْعَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.

الْبَصَرَ  ve  الْفُؤٰادَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur. İsm-i işaret  اُو۬لٰٓئِكَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً  cümlesi  كُلُّ ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.

عَنْهُ  car mecruru  مَسْؤُ۫لاً ’e müteallıktır.  مَسْؤُ۫لاً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

مَسْؤُ۫لاً  kelimesi sülâsî mücerred olan  سأل  fiilinin ism-i mef’ûludur.
 

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ 

 

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ  cümlesine atfedilmiştir.  Nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Bu ayette de mütekellim Allah Teâlâ’dır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası,  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكَ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  عِلْمٌ , muahhar ismidir. 

عِلْمٌ ’daki tenvin nev ve taklil ifade eder.

Bu ayet-i kerimede  عِلْمٌ  kelimesinin neden tekil geldiği sorulabilir. Dikkat edildiğinde ayette idrak ile elde edilen ilimden bahsettiği görülür. İlim, duyma ve görme duyuları yoluyla idrake aktarılır. Oradan da kalbe intikal eder. Zira kişinin duygularının ve fikirlerinin merkezi kalptir. Ayette  السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ  duyma ve görme duyusu ile kalp idrake gönderilecek ilmin araçları olarak sunulmuştur. İlim ve idrak da tekil kelimelerdir. Ayetteki duyma ve görme duyuları ile kalbin, idrak ve ilimle bağlantısı olması ve bu iki kelimenin de tekil olması dolayısıyla  الْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ kelimeleri de durumun muktezâsı olarak tekil gelmek zorundadır. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu Ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu) 

تَقْفُ  kelimesi, Arapların, birisi birisinin peşine düşüp onu izlediğinde söyledikleri, قَفَوْتُ اَثَرَ فُلَانٍ  “Ben falancanın peşine düştüm.” deyiminden alınmıştır. Beytin sonunda geldiği için, peşi sıra olduğu için, şiirin kafiyesine de “kâfiye” denmiştir. Yine meşhur bir kabile “Kâfe” diye adlandırılmıştır. Çünkü onlar, insanların ayak izlerini takip ederek ayak izlerine bakarak o insanların halleri hakkında istidlal ederler (fikir yürütürler)di.

Enseye de insan bedeninin arkasında olduğu için, “kafa” denmiştir. Çünkü ense, sanki bedeni izleyen ve onu takip eden birşey gibidir. Binaenaleyh ayetteki لَا تَقْفُ “Hakkında bilgin olmayan şeyi, söz söyleyerek veya fiili olarak takip etme, peşine düşme” manasında olur. Bunun neticesi, bilinmeyen bir şey hakkında hüküm vermekten, konuşmaktan nehyetmeye varıp dayanır. (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu cümlenin mübtedası olan  كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ , veciz ifade için izafet formunda gelmiştir.

اُو۬لٰٓئِكَ  ile kulak, göz ve kalbe işaret edilmesi, onlara tazim ifade eder.  

كُلُّ ’nun haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eder.

Burada kulak, göz ve kalpten;  كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ  [Bunlar(ın her biri)] diye söz edilmesi bunların idrak duyuları oluşlarından ve bu ayet-i kerimede sorumlu olarak söz konusu edildiklerinden dolayıdır. Bu, aklı eren varlıkların bir halidir. İşte bundan dolayı onlardan bu şekilde söz edilmiştir.

ez-Zeccâc'ın naklettiğine göre de Araplar hem aklı eren varlıklar hakkında, hem de ermeyen varlıklar hakkında; اُو۬لٰٓئِكَ  “Onlar” zamirini kullanırlar. (Kurtubî)

Bu ayette insanın elde ettiği bilgiden sorumlu olduğu ifade edilmektedir. İnşai nehiy cümlesinden sonra inkâri üslupla gelen cümle insanı ikna etmek, düşünceye davet etmek üzere edindiği bilgiden sorumlu olduğunu bildirmektedir. Burada maksat, kişinin bilmediği şeyi söylememesi ve bilmediğini yapmamasıdır. (Zemahşerî)

Son bir kaç ayette gelen yasak ve emirlerde muhatap zamiri cemi iken bu, ayette müfred zamire geçilmesi, iltifat sanatıdır.

الْفُؤٰادَ - الْبَصَرَ - السَّمْعَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayrıca bu kelimeler sayıldıktan sonra  مَسْؤُ۫لاً ’de cem’ olmuşlardır.

مَسْؤُ۫لاً in, göz, kulak ve kalbe isnadı mecaz-ı aklîdir.

كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لاً [Bunların hepsi ondan sorumludur.] önceden sayılan üçünde de  كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ ‘ye ait olan zamir vardır. Yani bunların her biri kendinden sorumludur. Daha doğrusu sahibinin yaptığından sorumludur, demektir. (Beyzâvî)

İlimler ya duyularla ya da akıl ile elde edilir. Cenab-ı Hak, birinci kısma kulağı ve gözü zikrederek işaret etmiştir. Çünkü insan bir şeyi duyup gördüğünde, onu anlatır ve haber verir. 

Akılla elde edilen ikinci kısım ilim de ikiye ayrılır: a)  Bedîhî, b)  Kesbî. Cenab-ı Hak, aklî ilimlere de ayette, “kalb” kelimesiyle işaret etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayeti kerimede  اُو۬لٰٓئِكَ  şeklindeki işaret ismiyle işitme, görme ve hissetme azaları kastedilmiştir. İşaret ismi bu şekilde gayri akil için çok kullanılır. Böylece bu azalar akıllı menziline konulmuştur. Aklın yolu olduğu için işaret ismi bu şekilde kullanılmayı hak eder. Akıl, kişinin nefsidir. Bu kullanım meşhurdur. Hakiki olduğu da söylenmiştir. Ya da bu mecazi kullanım çok olduğu için hakiki kullanımla aynı olmuştur. (Âşûr)