Nisâ Sûresi 95. Ayet

لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ  ...

Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükâfat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.  (95 - 96. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا olmaz
2 يَسْتَوِي eşit س و ي
3 الْقَاعِدُونَ yerlerinde oturanlar ق ع د
4 مِنَ
5 الْمُؤْمِنِينَ inananlardan ا م ن
6 غَيْرُ dışında غ ي ر
7 أُولِي sahipleri ا و ل
8 الضَّرَرِ özür ض ر ر
9 وَالْمُجَاهِدُونَ ve cihad edenler ج ه د
10 فِي
11 سَبِيلِ yolunda س ب ل
12 اللَّهِ Allah
13 بِأَمْوَالِهِمْ mallariyle م و ل
14 وَأَنْفُسِهِمْ canlariyle ن ف س
15 فَضَّلَ üstün kılmıştır ف ض ل
16 اللَّهُ Allah
17 الْمُجَاهِدِينَ cihadedenleri ج ه د
18 بِأَمْوَالِهِمْ mallariyle م و ل
19 وَأَنْفُسِهِمْ canlariyle ن ف س
20 عَلَى
21 الْقَاعِدِينَ oturanlardan ق ع د
22 دَرَجَةً derece bakımından د ر ج
23 وَكُلًّا ve hepsine ك ل ل
24 وَعَدَ va’detmiştir و ع د
25 اللَّهُ Allah
26 الْحُسْنَىٰ güzellik ح س ن
27 وَفَضَّلَ ve üstün kılmıştır ف ض ل
28 اللَّهُ Allah
29 الْمُجَاهِدِينَ mücahidleri ج ه د
30 عَلَى
31 الْقَاعِدِينَ oturanlardan ق ع د
32 أَجْرًا ecirle ا ج ر
33 عَظِيمًا çok daha büyük ع ظ م
 

https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/588/95-ayet-tefsiri

Buradan itibaren 100. âyete kadar Allah Teâlâ kullarını, cihad etme ve dini koruma vazifesine riayet bakımından şu gruplara ayırmıştır:

a) Dinini öğrenip yaşayabileceği bir mekâna göçen, burada oturan ve gerektiğinde malı ve canıyla cihad ederek maddî ve mânevî değerlerini koruyan müminler. Bunlar diğer müminlerden derece (rütbe, şeref, mükâfat) bakımından üstündürler. Allah onları, kendisine yakınlık dereceleri, günahlarını örtme ve rahmetine mazhar kılma yoluyla ödüllendirecektir.

b) Topyekün savaş ve seferberlik durumu bulunmadığı için malları veya canlarıyla savaşa katılmayıp işleri güçleriyle meşgul olan müminler. Bunlar da ibadetleri ve diğer iyi işleri sebebiyle ecir alırlar, cennete girerler, fakat cihad sevabından ve mücahidlere mahsus şeref, mağfiret ve rahmetten mahrum kalırlar.

c) Savaşa çağrıldıkları ve mazeretleri de bulunmadığı halde katılma­yanlar. Burada açıkça zikredilmemiş olmakla beraber bunu yapanların hoş görülmeyeceği ve cezalandırılacakları hem âyetin dolaylı anlamından hem de başka âyetlerden anlaşılmaktadır (bk. Tevbe 9/118-120; Fetih 48/16-17).

d) İslâm’ın rahatça öğrenilip uygulanabileceği bir ülkeye göç etme imkânları bulunduğu halde yeterli olmayan mazeretlere dayanarak dinî hayatları için tehlike teşkil eden çevrede yaşamaya devam edenler. Bunların cehennem ile cezalandırılacakları bildirilmektedir.

e) Gerçek mazeretleri bulunduğu, çaresizlik içinde oldukları için müslümanların arasına, din ve vicdan hürriyetinin bulunduğu ülkelere göç edemeyen müminler. Allah bunlara da af ve mağfiret ümidi vermekle beraber, imkân bulduklarında hicret etmelerini teşvik etmekte, yeryüzünde hürriyet içinde yaşayabilecekleri yerlerin bulunduğunu bildirmektedir.

f) Hicret yolunda ölenler. Bunlar da niyetlerine göre ödüllendirilecek, Allah tarafından muhacir muamelesine tâbi tutulacaklardır.

“Özür sahibi olanlar”dan maksat, özellikle âmâ olanlar, genel olarak da savaşa katılmayı engelleyecek bir vücut ârızası bulunanlardır. Hz. Peygamber’in Kur’an-ı Kerîm’i yazdırdığı vahiy kâtiplerinden biri olan Zeyd b. Sâbit, bu kayıtla ilgili olarak şu önemli açıklamayı yapmıştır: Resûlullah cihad edenlerle oturanların eşit olmadıklarını bildiren âyeti bana yazdırırken gözleri görmeyen Abdullah İbn Ümmü Mektûm çıkageldi ve “Ey Allah’ın resulü! Yemin ederim ki, eğer görseydim ben de cihada katılırdım” dedi. Bunun üzerine Resûlullah’ın dizi benim dizimin üzerinde iken vahiy gelmeye başladı, bacağıma öylesine bir ağırlık çöktü ki uyluk kemiğim kırılacak sandım. Sonra Resûlullah’ın üzerinden bu hal giderildi ve “özür sahibi olmaksızın” kaydı geldi (Buhârî, “Tefsîr”, 4/18). Buhârî’nin aynı bölümde kaydettiği bir rivayete göre bu olay Bedir Savaşı sırasında cereyan etmiştir; “oturup kalanlar”dan maksat da bu savaşa katılmayanlardır.

Âyet İslâm’daki eşitlik kavramına da açıklık getirmektedir; temel insan haklarında bütün insanlar eşit olmakla beraber liyakat, ehliyet ve çaba ile elde edilen faziletlere bağlı haklarda hem müminlerle diğerleri hem de cihad edenle etmeyen müminler birbirine eşit değildirler.

Bu bağlamda mücahid, değerleri korumak için yapılan savaşa bizzat katılan, canını tehlikeye atan kimsedir. Malı ve vergisiyle savaşa katkı yapan veya mazereti sebebiyle fiilen savaşa katılamayan kimseler, büyük ecir alsalar bile fiilen savaşa katılan mücahidlerin derecesine ulaşamazlar (cihad hakkında ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/200; Mâide 5/35; Tevbe 9/73).

 


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 122-123

 

لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ

 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَوِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْقَاعِدُونَ  fail olup, ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.  

مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  الْقَاعِدُونَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. غَيْرُ  kelimesi  الْقَاعِدُونَ ’den bedel olup damme ile merfûdur.

اُو۬لِي  muzâfun ileyh olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir. الضَّرَرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْمُجَاهِدُونَ  atıf harfi  وَ ’la  الْقَاعِدُونَ ’ye matuftur.  ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  الْمُجَاهِدُونَ ’ye mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

بِاَمْوَالِهِمْ  car mecruru  الْمُجَاهِدُونَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْفُسِهِمْ  atıf harfi و ’la  بِاَمْوَالِهِمْ ’e matuftur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَوِي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.  

الْقَاعِدُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  قعد  olan fiilin ism-i failidir.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

الْمُجَاهِدُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan müfa’ale babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ 

 

Fiil cümlesidir. فَضَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. الْمُجَاهِد۪ينَ  mef’ûlun bih olup, nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.

بِاَمْوَالِهِمْ  car mecruru  الْمُجَاهِد۪ينَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْفُسِهِمْ  atıf harfi  و ’la  بِاَمْوَالِهِمْ ’e matuftur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلَى الْقَاعِد۪ينَ  car mecruru  فَضَّلَ  fiiline müteallik olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

دَرَجَةً  masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  تفضيلا بدرجة واحدة أو تفضيل درجة (dereceyle veya bir derece üstün olmak için) şeklindedir. 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَضَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فضل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ 

Fiil cümlesidir. وَ  itiraziyyedir.  كُلًّا  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

وَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme merfûdur. الْحُسْنٰى  ikinci mef’ûlun bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماً


Fiil cümlesidir. فَضَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. الْمُجَاهِد۪ينَ  mef’ûlun bih olup, nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar. 

عَلَى الْقَاعِد۪ينَ  car mecruru  فَضَّلَ  fiiline müteallik olup, cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

اَجْرًا  masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  أجره أجرا عظيما  (Ona büyük bir ecir verir.) şeklindedir.  عَظ۪يمًا  kelimesi  اَجْرًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَظ۪يمًاۙ  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  الْقَاعِدُونَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

غَيْرُ  kelimesi  الْقَاعِدُونَ ’den bedeldir. 

Burada  غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ  [özür sahibi olanlar dışında] ifadesiyle yanlış anlama ortadan kaldırılmıştır. Bu ifade olmasaydı o zaman hastalık vb. bir mazeretten dolayı cihada katılmayanların vebal altında olduğu gibi bir hüküm ortaya çıkacaktı. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti sebil için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

Allah yolunda savaşanların mücadelelerinin, mallarıyla ve canlarıyla olduğunun açıklanması taksim sanatıdır.

Özellikle [Oturanlar bir olmaz.] buyurduktan sonra  مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  ِ[müminlerden] kaydının eklenmesi; tekmil ve ihtiras ıtnâbıdır. Çünkü kafirlerin Allah yolunda çarpışmayanları anlaşılabilir, ayet-i kerimenin muhataplarının, müminler olduğu anlaşılmayabilirdi.

Önce evlerinde oturanların zikredilmiş olması eşitsizliğin, onların karşıtlarından değil fakat kendilerinden kaynaklandığını bildirmek içindir. Çünkü ziyade veya noksanlık şeklinde farklı olan iki şey arasındaki eşitsizlikte akla ilk gelen sebep, kusurlunun kusuru veya eksikliğidir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

“Allah, malları ve canları ile cihad edenleri derece itibariyle oturanlardan üstün kıldı.”

Bu istînâf cümlesi,

- O iki fırkanın eşit olmadıklarını,

- Aralarında bir fark bulunduğunu ve bu farkın keyfiyet ve kemmiyetini icmalen beyan eder.

Bu cümle, kelamın siyakından anlaşılan gizli (mukadder) bir sualin, “Bu nasıl olmuştur?”un cevabıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

الْقَاعِدُون  kelimesindeki elif lam cins içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

الْقَاعِدُون [oturanlar] kelimesinden müstesna olmasıdır. Buna göre mana, “Özrü bulunmayanlar hariç oturanlar, denk olmaz.” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ  ifadesi: Cihad iki emri gerektirir. Canını karşılıksız vermek, malını karşılıksız vermek (kurban etmek.) Malından birşey infak etmeden, Allah yolunda canını karşılıksız veren de hakiki mücahiddir. Fakat ikisini birden vermek daha faziletlidir.

Canını vermeden sadece malını gazaya yardım için infak eden, her ne kadar büyük ecir alsa da mücahid değildir. Aynı şekilde kişiyi canı ile cihad etmekten alıkoyan özrü olup da o özrünün kaldırılmasını ve mücahidlere katılmasını isteyen kimseninde ecri büyüktür. Fakat bu kimsenin ecri de fiilen cihad eden kimsenin ecri ile eşit olmaz. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu ayet-i kerimede müsnedün ileyh olan “Allah” lafzının ayetin devamında dört kez tekrarlanmış olması verilen haberin kesinliğini ifade eder. Cümlede müsned olan فَضَّلَ  fiili, muhatabı teşvik etmek için bir kez daha tekrarlanmıştır. (Osman Ertuğrul,  Belâgatta Meânî İlmi)

بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ  [Mallarıyla, canlarıyla savaşanlar…] ifadesi ile mallar canlardan önce zikredildiği halde Tevbe Suresi 111. ayette canlar mallardan önce zikredilmiştir. Bu ayette malların canlardan önce zikredilme sebebi nedir?

Nefis (can), maldan daha kıymetlidir. Satın alan (Allah), canı satın almaya daha istekli olduğuna dikkat çekmek için Tevbe Suresi 111. ayette önce can zikredilmiş. Satan kimse (müminler) ise canı satma konusunda daha fazla sıkıntıya düştüklerini anlatmak için, canın satılıp harcanmasına ancak en son noktada razı olması sebebiyle bu ayette de önce mal zikredilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

دَرَجَةً  kelimesinin mansub oluşu ile ilgili şu izahlar yapılmıştır:

a- O, başındaki harf-i cer hazfedildiği için mansubtur ve (bir derece ile) takdirindedir. Harf-i cer hazfedilince fiil kendisine taalluk etmiş ve (mef’ûlü olarak) onu nasb etmiştir.

b- Buradaki “derece” kelimesi, “fazilet” manasına olup bunun takdiri “Allah mücahidleri iyice üstün kılmıştır.” şeklindedir. Bu, اَكْرَمَ زَيْدٌ عَمْرًا اِكْرَامًا  “Zeyd, Amr’a çok çok ikram etti.” denilmesi gibidir. Bu kelimenin nekre olarak getirilmesinin faydası ise o derecenin büyüklüğünü ve önemini belirtmek içindir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

دَرَجَةً  kelimesinin müfret sıygasıyla gelmesi, manevi bir cinsi ifade eder. Tekliği ifade etmez. Nitekim sonraki ayette gelen  دَرَجَاتٍ  kelimesi de bu bilgiyi tekit eder. Çünkü cemi kelime, müfredden daha kuvvetlidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

الْقَاعِد۪ينَ - الْمُجَاهِد۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.


وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ

وَ  itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كُلاًّ  kelimesi  وَعَدَ  fiilinin mukaddem mef’ûlüdür.  كُلاًّ  kelimesindeki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

كُلًّ  ُkelimesindeki tenvin, teksir ve tazim içindir. Muzâfun ileyhin hazfından dolayı gelmiş, tenvin-i ivazdır.

[Allah hepsine en güzeli; hüsnayı va’detmiştir.] cümlesinde cem’ vardır. Cihad eden ve etmeyen müminler cennete girme hükmünde toplamıştır. 

الْحُسْنٰى ; Allah Teâlâ’nın hem mücahidlere hem de cihada katılmayan müminlere vaad ettiği cennettir. Bu ifade, cihadın farz-ı kifâye olduğunu gösterir. Çünkü Cenab-ı Hak, cenneti mücahidlere vaad ettiği gibi savaştan geri duran Müslümanlara da vaad etmiştir. Cihad farz-ı ayn olsaydı, Allah Teâlâ cihaddan geri duranlara da cenneti va’detmezdi.


وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  فَضَّلَ اللّٰهُ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu haber cümlelerinin amacı, müminlerin Allah katındaki derecelerini ifade etmektir.

عَظ۪يمًا  kelimesi  اَجْرًا  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْحُسْنٰى - اَجْرًا - فَضَّلَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette  فَضَّلَ - اللّٰهُ - بِاَمْوَالِهِمْ - اَنْفُسِهِمْ - الْقَاعِد۪ينَ - الْمُجَاهِد۪ينَ  kelimelerinin tekrarında reddül’-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bu ayette bütün müminlerin savaşa katılıp katılmama konusunda aynı olmadıkları bir hükümde birleştirilmiştir. Fakat mücahidlerin, savaşa katılmayanlardan üstün oldukları tefrik edilmeden önce taksim yapılarak katılmayanlar arasında özür sahibi olanlardan bahsedilip özürlü olmayanlar mukadder bırakılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Bu ayet-i kerimede müsnedün ileyh olan “Allah” lafzının ayetin devamında dört kez tekrarlanmış olması, verilen haberin kesinliğini ifade eder. Cümlede müsned olan فَضَّلَ  fiili, muhatabı teşvik etmek için bir kez daha tekrarlanmıştır. (Osman Ertuğrul, Belâgatta Meânî İlmi)

Mücahidler mutlak bırakılmamış, öncelikle iki şeyle kayıtlanmıştır. Birisi, bu cihadın Allah yolunda olması, diğeri ise mal ve canla yapılmasıdır. Esasen şeriat örfünde مُجَاهِد۪ينَ, Allah yolunda savaşanlar demek olduğu halde “Allah yolunda” kaydının bir kez daha açıkça söylenmesi, bu erdeme ulaşmak için niyetin son derece samimi olması gerektiğini ve her savaşanın değil, her cihad edenin bile bu karşılaştırmaya dâhil olamayacağını hissettirir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Burada  الْقَاعِد۪ينَ  (savaşa katılmayanlar) ve  الْمُجَاهِد۪ينَ (cihad edenler) kelimeleri örfte kullanılan anlamları gereğince kendi ibareleri ile Allah yolunda savaşmaya ait bulundukları kesin olmakla beraber, asıl manalarında  قُعُود yani oturma, tembelliği akla getirdiği ve mücahede ise bütün gayretini harcayarak ve zahmetler çekerek uğraşmak ve çalışmak demek olduğu ve örfte o manaları ifade etmeleri bu manadaki özelliklerinden kaynaklandığı için bu mukayese ve karşılaştırma genel olarak çalışanlarla çalışmayanların da eşit olamayacaklarını ve herhangi bir hususta Allah yolunda iyi niyetle çalışanların oturanlardan daha üstün olduğunu ve şu kadar ki kötülük ve zarar için çalışanların, bu karşılaştırmanın dışında tutulduklarını da işaret yoluyla ifade etmektedir. Bu işaret göz önüne alındığında, Allah yolunda mal ve can ile cihad etme kavramının [Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince elbette biz onları yollarımıza hidayet ederiz. (Ankebut Suresi, 69)] ayetinde olduğu gibi o kadar geniş kapsamı vardır ki savaş meselesi bunun bölümlerinden biri demektir. Bundan dolayıdır ki Resulullah (s.a.) savaştan geri döndükleri zaman “Küçük cihaddan büyük cihada döndük.” hadis-i şerifleri ile ruh terbiyesi ve nefsi düzeltme ile uğraşmanın büyük cihad olduğunu duyurmuşlardır.  (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)