Mâide Sûresi 12. Ayet

وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ  ...

Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ andolsun
2 أَخَذَ almıştı ا خ ذ
3 اللَّهُ Allah
4 مِيثَاقَ söz و ث ق
5 بَنِي oğullarından ب ن ي
6 إِسْرَائِيلَ İsrail
7 وَبَعَثْنَا ve göndermiştik ب ع ث
8 مِنْهُمُ içlerinden
9 اثْنَيْ iki (on iki) ث ن ي
10 عَشَرَ on (on iki) ع ش ر
11 نَقِيبًا başkan ن ق ب
12 وَقَالَ demişti ki ق و ل
13 اللَّهُ Allah
14 إِنِّي şüphesiz ben
15 مَعَكُمْ sizinle beraberim
16 لَئِنْ eğer
17 أَقَمْتُمُ kılarsanız ق و م
18 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
19 وَاتَيْتُمُ ve verirseniz ا ت ي
20 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
21 وَامَنْتُمْ ve inanırsanız ا م ن
22 بِرُسُلِي elçilerime ر س ل
23 وَعَزَّرْتُمُوهُمْ ve onlara yardım ederseniz ع ز ر
24 وَأَقْرَضْتُمُ ve borç verirseniz ق ر ض
25 اللَّهَ Allah’a
26 قَرْضًا bir borç ق ر ض
27 حَسَنًا güzel ح س ن
28 لَأُكَفِّرَنَّ elbette örterim ك ف ر
29 عَنْكُمْ sizin
30 سَيِّئَاتِكُمْ günahlarınızı س و ا
31 وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ ve sizi sokarım د خ ل
32 جَنَّاتٍ cennetlere ج ن ن
33 تَجْرِي akan ج ر ي
34 مِنْ
35 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
36 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
37 فَمَنْ kim
38 كَفَرَ inkar ederse ك ف ر
39 بَعْدَ sonra ب ع د
40 ذَٰلِكَ bundan
41 مِنْكُمْ sizden
42 فَقَدْ muhakkak
43 ضَلَّ sapmış olur ض ل ل
44 سَوَاءَ düz س و ي
45 السَّبِيلِ yoldan س ب ل
 

عزر Tazim ve hürmetle birlikte yardım etmeye التَّعْزِير denir. Ayrıca bu kelime had cezasından daha hafif bir darp anlamına da gelir. 

Aslında bu da ilk anlama râcidir. Zira bu bir tür terbiyedir ve terbiye etmek de bir çeşit yardımdır. Ancak ilki kişiden düşmanı uzak tutarak yapılan yardımı, ikincisi ise kişiyi kendisine zarar veren şeylerden uzak tutarak yapılan yardımı ifade eder. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ta’zir ve azar (işari)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

نقب Duvar veya deri delme anlamında kullanılan نَقَبٌ , tahta delme anlamında ثَقْبٌ adını alır.

ألنُّقْبَة fistan gibi bir elbisedir, içinden kemer geçirilen bir deliği bulunduğundan bu ismi almıştır.

ألْمَنْقَبَة  dağın içinden geçen yol demektir.

ألنَّقِيبُ  ise bir kavmi, topluluğu ve onların durumlarını araştırıp inceleyen kişi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nakip (öncü), menkıbe ve menâkıptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.  م۪يثَاقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.

بَن۪ٓي  muzâfun ileyh olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى dir. İzafetten dolayı  ن  harfi mahzuftur. اِسْرَٓاء۪يلَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَعَثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمُ  car mecruru اثْنَيْ عَشَرَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. اثْنَيْ  mef’ûlun bih olup, müsennaya mülhak olduğu için nasb alameti  ى ‘dir.  Sonundaki  نَ  izafetten dolayı mahzuftur.

عَشَرَ  adet ismi olup, fetha üzere mebnidir. Îrabtan mahalli yoktur. نَق۪يبًا  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَق۪يبًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Mekulü’l kavl  اِنّ۪ي مَعَكُمْ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

ي  mütekellim  zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مَعَ  mekân zarfı  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَقَمْتُمُ  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

اٰتَيْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. الزَّكٰوةَ   mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰمَنْتُمْ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile  اَقَمْتُمُ  ‘e matuftur.

اٰمَنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. بِرُسُل۪ي  car mecruru  اٰمَنْتُمْ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَزَّرْتُمُوهُمْ cümlesi, atıf harfi  وَ ’la  اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ ‘ye matuftur. 

عَزَّرْتُمُوهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la  اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ ’ye matuftur.  

اَقْرَضْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

قَرْضًا  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.  حَسَنࣰا  kelimesi  قَرْضًا ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

Mansub muttasıl zamirler cemi müzekker muhatap mazi fiillere doğrudan doğruya gelmez. Bu fiiller ile söz edilen zamirle arasına bir  و  harfi getirilir.  عَزَّرْتُمُوهُمْ  fiilinde olduğu gibi. Buna işba vavı /  işba edatı denilir. 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَقَمْتُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir. 

اٰتَيْتُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ‘dir.

اٰمَنْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

اَقْرَضْتُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قرض ‘dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

عَزَّرْتُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عزر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

اُكَفِّرَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Fiilin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nunu sakiledir. عَنْكُمْ car mecruru  اُكَفِّرَنَّ  fiiline mütealliktir.  

سَيِّـَٔاتِهِمْ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la kasemin cevabına matuftur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.    

اُدْخِلَنَّكُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Fiilin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nunu sakiledir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

جَنَّاتٍ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. تَجْر۪ي  cümlesi  جَنَّاتٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.  

تَجْرِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri  من تحت أشجارها (Ağaçlarının altından) şeklindedir. الْاَنْهَارُ  fail olup damme ile merfûdur.

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُكَفِّرَنَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كفر ’dir.  

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اُدْخِلَنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


 فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ

فَ  istînâfiyyedir. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَفَرَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. بَعْدَ  zaman zarfı,  كَفَرَ  fiiline mütealliktir.  

ذٰ  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, muzâfun ileyhtir.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. مِنْكُمْ  car mecruru  كَفَرَ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. سَوَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّب۪يلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

وَلَقَدْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

وَ , istînafiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl- Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Fiilin  قَدْ  ve  لَ  ile tekidi ihtimam içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu istinafî kelam İsrailoğullarının hıyanetleri, verdikleri sözden caymak, kesin ahdi bozmak gibi hataları ile bu yüzden uğradıkları sıkıntıları ihtiva eder. Bunun zikrinden amaç, müminlerin Allah Teâlâ’nın nimetlerini her zaman hatırlamalarını, kendilerinden aldığı ahde riayet etmelerini sağlamak ve onları ahdi bozmaktan sakındırmaktır. Eğer bundan önceki ayet, zikredilen rivayette anlatıldığı gibi Benî Kureyza’nın Peygamberimize (s.a.v) yapmayı düşündükleri suikasta işaret ediyorsa bu kelam, ahde vefasızlık ve ihanetin Yahudilerin eski bir âdeti olup seleflerinden kendilerine miras kaldığını belirtmek suretiyle konuya açıklama getirmek amacına yöneliktir. Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, saygıyı arttırmak, anlaşmayı ağırlaştırmak, anlaşmayı geçersiz kılmanın korkunçluğuna işaret etmek ve istînâf cümlesinin gereği olan makablinden bağımsızlık durumunu gözetmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)


وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَق۪يباًۜ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la …  اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Matufun aleyhteki lafza-ı celâlden bu cümlede azamet zamirine iltifat sanatı vardır.

Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

مِنْهُمُ  car mecruru  اثْنَيْ عَشَرَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazf îcâz-ı hazif sanatıdır. 

نَق۪يبًا  kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren itnabdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ  [Onlardan gönderdik.] Burada üçüncü şahıs fiilinden birin­ci şahıs fiiline dönüş vardır. Sözün akışına göre  بَعَثَ  [gönderdi.] olması ge­rekirdi. Yüce Allah, kendi şanına itina göstermek için birinci şahıs fiilini kullanmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

Bir zamanlar Allah, İsrailoğullarından da söz almıştı. Ve onlardan on iki nakib (müfettiş) göndermiştik. Birinci cümlede “Allah”, ikincide “biz” diye gıyabdan tekellüme iltifat (dönme), büyüklük ve ululuğun ortaya konması veya nakibleri Hz. Musa aracılığıyla gönderdiğine işaret içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

البَعْثُ  kelimesinin asıl manası yönelme ve göndermektir. Mecazi olarak “kaldırmak ve canlandırmak” manasında da kullanılır. Tıpkı Yasin Suresi 52. ayetteki  مَن بَعَثَنا مِن مَرْقَدِنا  [Bizi kabrimizden kim kaldırdı?] ve Rum Suresi 56. ayetteki  فَهَذا يَوْمُ البَعْثِ  [Bu dirilme günüdür.] sözlerinde olduğu gibi. Bu mecazi kullanım o kadar yaygınlaştı ki bundan da başka bir mecazi kullanım oluştu. Âl-i İmran Suresi 164. ayetteki  إذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِن أنْفُسِهِمْ  [Onlara kendilerinden bir peygamber göndermişti.] sözü gibi. Daha sonra da bir şeyleri harekete geçirmek ve nefiste düşünce istek inşa etmek manasında da kullanıldı. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

نَق۪يبًا; “deldi, araştırdı” manasındadır.  نَقيب  ise “başkan, kavminin durumunu bilen emin ve güvenilir kişi, elçi” demektir.

Zeccâc, نَق۪يبًاۜ  kelimesinin, faîl vezninde bir kelime olup bu kelimenin aslının “geniş delik” manasında olduğunu söylemiştir. Nitekim hallerini ve sırlarını adeta delerek ortaya koyduğu izhar ettiği için  فُلَانٌ نَقِيبُ القَوْمِ  “Falanca, o topluluğun nakibidir.” denir. Yine “delme işinde, sonuna yaklaştım, sonuna vardım” manasında,  نَقَبْتُ الحَائِطَ  (duvarı iyice deldim) denir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 وَقَالَ اللّٰهُ اِنّ۪ي مَعَكُمْۜ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la kasemin cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz,haşyet uyandırma ve ikazı artırma amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Bu cümlede Allah isminin zikriyle  بَعَثْنَا ’daki azamet zamirinden gaib zamire iltifat edilmiştir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ي مَعَكُمْ  cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekân zarfı  مَعَكُمْ , mahzuf habere mütealliktir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi sebebiyle bu tür ifadeler tekit içeren çok muhkem cümlelerdir.

Allah’ın onlarla birlikte olması mecazî bir ifadedir. “Allah’ın yardımı” gibi bir muzâf hazfı vardır.

Allah Teâlâ, o zaman yalnız İsrailoğullarına hitap etti. Çünkü teşvik ve uyarıya muhtaç olan onlardı. Nitekim ayetteki iltifat da bunu gösterir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l -Akli’s-Selîm)

اِنّ۪ي مَعَكُمْ  sözündeki beraberlik mecazî bir beraberliktir. Önem, muhafaza ve yardım için temsildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

 

لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ

 

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

ل ; mahzuf kasem için gelen muvattie, ئِنْ  şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

لَئِنْ اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üslupta gelen  وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ  ve  وَاٰمَنْتُمْ بِرُسُل۪ي ve وَعَزَّرْتُمُوهُمْ  cümleleri atıf harfi  وَ ‘la şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebepleri hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Birbirine atfedilen cümleler mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Yine hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine atfedilen  اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Masdardan naib mef’ûlü mutlak  قَرْضاً , cümleyi tekit etmiştir.

حَسَناً  kelimesi  قَرْضاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Zamir makamında lafza-i celâlin tekrarlanması korkuyu ve ikazı artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رُسُل۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رُسُل۪, şan ve şeref kazanmıştır.

اَقَمْتُمُ الصَّلٰوةَ; namaza kalkmak istediğiniz zaman demektir. Yüce Allah burada namaz kılmak istemeyi  اَقَمْتُمُ  fiiliyle ifade etmiş ve aralarındaki ilgiden dolayı müsebbep olan “namaza kalkma”yı, sebep olan “namaz kılmayı istemek” yerine koymuştur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) Yani sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

قَرْضًا حَسَنًا, güzel bir borç demektir. Burada bir istiare vardır. Biz birisine bir hayır yaparken karşılığını almıyoruz aslında ama bu, karşılığını alacağımız bir borca benzetilmiştir. Üstelik bu borcun sahibi de Allah’tır. Dünyada verdiğimiz borcun karşılığını Allah bize ahirette ödeyecektir. Yani karşılıksız gibi görünse de en büyük karşılığın verildiği bir borçtur. İstiarede ortak yön; karşılığın olmasıdır.

وَاَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا  cümlesi; vacip olmayan sadakaları ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اَقْرَضْتُمُ -  قَرْضًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Peygamberlere iman, neden namaz ve zekâttan sonra getirildi?

Cevap: Yahudiler, namaz kılıp zekât verdikleri için mutlaka kurtulacaklarını zannediyorlardı. Ama ne var ki onlar bazı peygamberleri ısrarla yalanlamaya devam ediyorlardı. Böylece Cenab-ı Hakk, maksat hasıl olsun diye namazın kılınıp zekâtların verilmesinin yanında mutlaka bütün peygamberlere inanmanın gerekli olduğunu beyan buyurmuştur. Aksi halde bütün peygamberlere iman etmeden namaz kılıp zekât vermenin, kurtuluşa nail olmada herhangi bir tesiri olamaz. Hak Teâlâ'nın, "ve Allah'a güzel bir borç verirseniz..." ifadesi,  وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ  "zekatı verirseniz..." ifadesinde mündemiçtir. O halde bu ifadeyi yeniden zikretmenin fayda ve manası nedir?

Cevap: وَاٰتَيْتُمُ الزَّكٰوةَ "Zekâtı verirseniz…’’  sözünden maksat, farz olanlar ve  اَقْرَضْتُمُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا  [Allah’a güzel bir borç verirseniz…] ifadesinden maksat da mendup olan sadakalardır. Sadakalar da dinî bakımdan mertebelerinin çok yüce ve kıymetli olduğuna dikkat çekmek için ayrıca zikredilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)

حَسَناً  [İyi bir şekilde] ifadesi güzel bir şekilde demektir. Bu kelime borcun sıfatıdır. Bu ayette borçtan kasıt malının bir kısmını kesmesi ve onu Allah rızasına ulaşmak ve sevabına kavuşmak için fakire vermesidir. Abdullah b. Abbas’a göre buradaki  حَسَنࣰا [güzel] ifadesi yaptığı iyiliği hemen, gizli bir şekilde yapması ve küçük görmesidir. Bir görüşe göre fakirlerin başına kakmaması ve onlara eziyet etmemesidir. 

Ezherî şöyle demiştir: Arap lisanında  ضِعْف  kelimesi benzer ve daha fazlası için kullanılır. Yoksa sadece iki kat için kullanılmaz. Bilakis Arap lisanında iki veya üç katı kast edilebilir. Çünkü bu kelime aslında sınırsız fazlalığa delalet eder. En azı ise bir kattır. En fazlası sınırsızdır. Allah Teâlâ burada “kat kat fazlası” buyurmuştur. Buradaki  كَـث۪يرَةً  [çok] ifadesi hesaplama konusundaki bütün vehim ve şüpheleri gidermektedir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es-Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)

یُضَـٰعِفَ  kelimesinin kökü  ضعف  olup kuvvetin zıttıdır. Zayıf, zaaf ve zafiyet kelimeleri dilimize buradan geçmiştir. ضِعْف  sözcüğü tıpkı yarım ve eş sözcükleri gibi birinin varlığı zorunlu olarak diğerinin varlığını gerektiren sözcüklerdendir. Bu sözcük, birbirine eşit iki miktarın birleşmesi anlamına gelir. Bu sadece sayılarda kullanılır. Misil, kat demektir.

Kisaî der ki: Karz, ödünç olarak verdiğin (ya da; önceden işlediğin) iyi ya da kötü ameldir. Kelime asıl anlamı itibariyle kesmek demektir. (Makas anlamına gelen) المقراض  da burdan gelmektedir. Karşılığını vermek üzere malından bir parça kesip vermek anlamında  إقراض  tabiri kullanılır. Bir kavmin إنقراض ‘ı demek, onların köklerinin kesilip helak olmaları demektir. 

Burada  قَرۡض  isimdir. Eğer böyle olmasaydı, burada (قَرۡض  denilmeyip)  إقراض denmesi gerekirdi. Bu ayet-i kerimede قَرۡض ‘ ın istenmesi, insanların anlayacakları bir şekilde ayetin ifade edilmesi ve alışageldikleri bir üslupla onlara hitap edilmesi içindir. Çünkü yüce Allah Ganî ve Hamîd olandır. Fakat şanı yüce Allah, müminin ahirette sevabını umacağı şeyler karşılığında dünyada iken verdiği şeyleri bir karza (ödünce) benzetmiştir. Nitekim insanların cenneti almaları karşılığında can ve mallarını vermesini de -ileride yüce Allah'ın izniyle Tevbe Sûresi'nde açıklanacağı üzere (Tevbe, 9/111)- alışverişe benzetmiştir. 

Denildiğine göre ayet-i kerimeden maksat fakirlere, ihtiyaç sahiplerine, sadaka vermeye, infakta bulunmaya ve Allah yolunda dinin zaferi için infakta bulunmaya teşvik etmektir. Şanı yüce Allah sadaka vermeyi teşvik etmek üzere her türlü ihtiyaçtan münezzeh ve yüce zatını kinaye yoluyla fakir gibi göstermiştir. Nitekim her türlü eksiklik ve acılardan takdis edilmiş bulunan yüce olan zatını da hasta, aç ve susuz diye kinaye yoluyla ifade etmiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l - Kur’ân, Bakara/245)

لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنْكُمْ, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak ve ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri, Mehmet Altın, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Aynı üsluptaki  وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi  hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

جَنَّاتٍ  ‘deki nekrelik, tazim ve kesret ifade eder. 

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi,  جَنَّاتٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan  الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesinde mekan alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır. Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Gaib zamirden mütekellim zamirine iltifat vardır.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  [Altından nehirlerin akması] tabirinde otoritenin, saltanatın onlara ait olduğu manası da vardır.

Allah’ın, cennetle mükafatlandıracağı amellerin sayılması taksim sanatıdır.


فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ

 

Şart üslubunda gelen terkipte  فَ , istînâfiye, şart harfi olan  مَنِ  mübtedadır. Şart cümlesi olan  مَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Haber konumundaki  كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

بَعْدَ ‘nin muzâfun ileyhi olan işaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) İşaret edilen hüküm, maddi bir şey yerine konulmuştur.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ , tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اٰمَنْتُمْ - كَفَرَ  ve  حَسَنًا - سَيِّـَٔاتِكُمْ  ve  اَخَذَ - اٰتَيْتُمُ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لَاُكَفِّرَنَّ - كَفَرَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ “Yolun ortasından sapmak” tabirinde istiare vardır. ‘’Hidayetten ayrılmak’’ manası yolda kaybolmak gibi ifade edilmiştir. Sebil, ortada, herkesin gördüğü, açık, kolay yol demektir. İman için müstear olarak kullanılır. 

Salih ameller ve hidayet üzere olmak, düz yola benzetilerek  سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ  lafzı müstear olarak gelmiştir. Bu öyle bir yoldur ki, bu yola giren gideceği hedefe varır, ondan sapanlar ise helake düşer. Burada kastedilen İslam'dan ve doğru yoldan sapmaktır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Mümtehine/1)

Sebil, “kolay yol” demektir. Üstelik ortada, herkesin gördüğü, açık, kolay yol… Buna rağmen sapmak aslında zor bir şeydir.

Şu var ki ayetin, yeni bir küfre delalet eden ifadesinden, onların küfürde ileri gitmeleri halinin kastedildiği anlaşılmaktadır. Zira bir vasfı tamamen ortadan kaldırmayı gerektiren bir durum hasıl olduktan sonra o vasfı taşımak her ne kadar eskiyi sürdürmek ise de isim olarak yeni bir fiil ve taze bir iştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ [Doğru yolu] ifadesi, sıfatın mevsufa iza­feti kabilinden olup "doğru yol" manasınadır. Bu şekilde bir ifade, hakkı gördükten sonra onu bırakıp batıla dönen kimsenin son derece alçaklık ettiğini ve adi birisi olduğunu vurgular. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, Bakara/108) 


 لَاُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَلَاُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ