بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۜ وَيُمْسِكُ السَّمَٓاءَ اَنْ تَقَعَ عَلَى الْاَرْضِ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | أَنَّ | ki |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | سَخَّرَ | buyruğunuza verdi |
|
6 | لَكُمْ | sizin |
|
7 | مَا | olanları |
|
8 | فِي |
|
|
9 | الْأَرْضِ | yerde |
|
10 | وَالْفُلْكَ | ve gemileri |
|
11 | تَجْرِي | akıp giden |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْبَحْرِ | denizde |
|
14 | بِأَمْرِهِ | emriyle |
|
15 | وَيُمْسِكُ | ve tutuyor |
|
16 | السَّمَاءَ | göğü |
|
17 | أَنْ | diye |
|
18 | تَقَعَ | düşmesin |
|
19 | عَلَى | üstüne |
|
20 | الْأَرْضِ | yerin |
|
21 | إِلَّا | dışında |
|
22 | بِإِذْنِهِ | O’nun izni |
|
23 | إِنَّ | çünkü |
|
24 | اللَّهَ | Allah |
|
25 | بِالنَّاسِ | insanlara |
|
26 | لَرَءُوفٌ | çok şefkatlidir |
|
27 | رَحِيمٌ | çok merhametlidir |
|
Behara بحر : بَحْرٌ kelimesi temelde bol miktarda su ihtiva eden her tür geniş mekan demektir. Devenin kulağına geniş bir yarık açma anlamındaki بَحَرْتُ الْبَعِيرَ sözü de bu ifadeden gelir. Yine buradan hareketle Kur'an-ı Kerim'de de geçen بَحِيرَة kelimesi kulağı yarılan dişi deveye denir. Zira Araplar eskiden bir dişi deve arka arkaya on defa on batın yavru verdiğinde kulağını yarıp onu salıverirlerdi. Bundan sonra ne onun üzerine binilir ne de yük konurdu. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda 42 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri bahriye, Bahreyn ve buhrandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۜ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümlesidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَرَ illet harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlun bih yerinde olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. سَخَّرَ لَكُمْ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfudur.
سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. لَكُمْ car mecruru سَخَّرَ fiiline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
الْفُلْكَ kelimesi atıf harfi وَ ’la müşterek ism-i mevsûle matuf olup lafzen mansubdur.
تَجْر۪ي fiili, الْفُلْكَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle de hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili, ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
فِي الْبَحْرِ car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. بِاَمْرِه۪ car mecruru تَجْر۪ي ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; متلبّسة أو مسيّرة (bürünmüş veya yönlendirilmiş) şeklindedir.
سَخَّرَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيُمْسِكُ السَّمَٓاءَ اَنْ تَقَعَ عَلَى الْاَرْضِ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يُمْسِكُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
السَّمَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun lieclih olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; خشية وقوعها (gerçekleşmesinden korkarak) şeklindedir.
تَقَعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir هى ’dir. عَلَى الْاَرْضِ car mecruru تَقَعَ fiiline mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. بِاِذْنِه۪ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِ harf-i ceri mülâbese içindir.
اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
بِالنَّاسِ car mecruru رَؤُ۫فٌ ’e mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
رَؤُ۫فٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ kelimesi ise ikinci haber olup lafzen merfûdur.
رَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Rahîm kelimesi daha umumidir. Raûf ise daha mübalağalıdır. İki kelimeyi bir arada zikretmesi iki manayı birden ifade etmek istemesi sebebiyledir. Daha mübalağalı olanla başlamış, daha umumi olanla bitirmiştir. Buradaki anlam şöyledir: Şefkat ve merhameti ile onları oradan buraya taşımıştır. Bu kendileri için daha iyidir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr, Bakara Suresi 143)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriridir. Ayetteki istifham, muhatabın tasdik etmek zorunda olduğu ve tazim manası taşıyan bir sorudur.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, taaccüp ve kınama manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i arif sanatı vardır.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. اَنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesi, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Ayetteki görme, kalp görmesidir. Yani kalbinle idrak etmez misin ki Allah gökleri ve yeri hikmet ile ve yaratılması gerektiği şekilde yaratmıştır. O, dilerse sizi tamamen yok eder ve sizin yerinize, sizinle onlar arasında hiçbir alâka bulunmayan yepyeni bir halk yaratır. (Ebüssuûd)
اَلَمْ تَرَ [Görmedin mi?] tabiri ile “Bilmedin mi?” manası kastedilmiştir. bu ifadeyi “ilim” manasına almak gerekir. Zira bu görmeden kastedilen ilimdir. Çünkü görmeye ilim birleşmediğinde, o görme işi, adeta tahakkuk etmemiş gibi olur. (Fahreddin er-Râzî)
اَنَّ ’nin haberi olan سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mef’ûl olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. فِي الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْفُلْكَ , mevsûle matuftur. تَجْر۪ي فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۜ cümlesi, الْفُلْكَ ’den haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
…اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْر۪ي [Görmedin mi, Allah yerdeki eşyayı ve denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi] ayetinde, Allah, sayıp dökerek nimetleri hatırlatmaktadır. Aynı zamanda bu ayetteki soru, itiraf ettirmek içindir. (Safvetü’t Tefasir)
“Cenab-ı Hakk'ın emriyle denizde akıp gitmekte olan gemileri” buyruğunun manası doğruya en yakın şekilde takdirinin, “Denizde hareket etmesi için gemiyi de size ram kıldı” şeklinde olmasıdır. O'nun, gemiyi musahhar kılmasının keyfiyeti ise suyu ve rüzgârı, onun hareket etmesi için musahhar kılması itibariyledir. Binaenaleyh, şayet su ile rüzgâr bu vasıfta olmasaydı, gemi hareket edemez, tam aksine ya batar, ya durur ya da bozulup kırılırdı. Böylece Allah hem bununla hem kendisinden gemilerin yapıldığı şeyi yaratmakla hem de nasıl yapılacağını beyan etmek suretiyle nimetine dikkat çekmiştir. Cenab-ı Hak bu ayette emriyle ifadesini getirmiştir. Çünkü rüzgâr vasıtasıyla o gemiyi hareket ettiren kendisi olunca bu iş, mecazî olarak O'nun emri ne nispet edilmiştir. Allah Teâlâ bu icraatı emrine değil de fiiline nispet edebilir, “Allah şöyle şöyle yaptı” diyebilirdi. Fakat emri ile olduğunu ifade etmek, tazim gayesini daha fazla hissettirir. Nitekim hükümdarlar da bu üslubu tercih edegelmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
وَيُمْسِكُ السَّمَٓاءَ اَنْ تَقَعَ عَلَى الْاَرْضِ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَقَعَ عَلَى الْاَرْضِ cümlesi masdar teviliyle mef’ûlü lieclihtir.
اِلَّا istisna edatı, بِاِذْنِه۪ۜ müstesnadır. İstisna, istisna-i müferrağdır. Çünkü müstesna minh, zikredilmemiştir. Ya da hasr edatıdır. (Mahmut Sâfî)
Veciz anlatım kastıyla gelen بِاِذْنِه۪ۜ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan اِذْنِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Bu ayette سَخَّرَ fiili mazi iken, يُمْسِكُ fiili muzari olarak kullanılmıştır. Allah insanların emrine musahhar kıldığı, yaratılışı gerçekleşmiş ve bitmiş olan yeryüzü ve içindekiler için mazi fiil, fakat gökyüzünü düşmemesi için her an tutuyor olduğundan bahsederken de muzari fiil kullanmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları/Doktora Tezi)
االسَّمَٓاءَ - الْاَرْضَ arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
الْفُلْكَ - الْبَحْرِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, الْاَرْضَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , lam- muzahlaka ve isim cümlesi olmak üzere birden fazla içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır. لَرَؤُ۫فٌ birinci, رَح۪يمٌ ikinci haberdir. بِالنَّاسِ amili olan لَرَؤُ۫فٌ ’a, ihtimam için takdim edilmiştir.
Allah’ın لَرَؤُ۫فٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
لَرَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah’ın bu nimetleri inam etmesi; onun inam ve ihsanda had noktaya vardığının göstergesidir. O halde O (cc) Raûf ve Rahîmdir. İstenen bir konuda kelâmcıların usûlünce kesin aklî delîllerle konuşmaktır şeklinde tarif edilen bu üslup, mezheb-i kelamî sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاكُمْۘ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاكُمْۘ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَحْيَاكُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْيَاكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُم۪يتُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. يُحْي۪يكُمْ ’ya üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُم۪يتُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi موت ’dir.
يُحْي۪يكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْاِنْسَانَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. كَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
كفَّارٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاكُمْۘ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ
وَ istînâfiyye, ayet müstenefe cümlesidir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. هُوَ mübteda, الَّذ۪ي haberdir. Haber, ismi mevsûlle marife olarak gelmiştir. Müsnedin marife olması haberin sadece mübtedaya mahsûs olması; başkasına ait olmaması demektir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan اَحْيَاكُمْۘ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Bu ayet-i kerimede haberin ism-i mevsûlle marife gelmesi kasrı hakîkî içindir. İlaveten ism-i mevsûlun tercih edilmesi; mahlûkatın sıla cümlesindeki işlerle çok meşgul olduğunu ifade ettiği gibi ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye de sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıla cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ cümlesi makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında hükümde ortaklık mevcuttur.
ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ cümlesiyle ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ cümlesi arasında, mukabele sanatı vardır.
ثُمَّ atıf harfi rütbeten terahi manasındadır. (Bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)
Ayette insanın hesap gününe kadarki safhaları sıralanmıştır. Bu anlatım üslubu, taksim sanatıdır.
يُم۪يتُكُمْ (Sizi öldürür) - يُحْي۪يكُمْۜ (Sizi diriltir) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَحْيَاكُمْۘ - يُحْي۪يكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ثُمَّ ’lerin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Önceki anlamı tekid eden tezyîller ıtnâb babındandır.
كَفُورٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbındadır.
Yani insan, Allah'ın apaçık nimetlerine karşı çok nankördür. Ancak bütün insanlar böyle değildir; bu, bazı insanların vasfını bütün insanlara teşmil etmek kabilindendir. (Ebüssuûd)
Haberin إنَّ ile tekid edilmesi; onların kafir oldukları için münkir menziline konulması sebebiyledir. الإنْسانِ kelimesindeki tarif istiğrak-ı örfî içindir. Bu cinsin fertlerinin çokluğuna delalet eder. (Âşûr)
لِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكاً هُمْ نَاسِكُوهُ فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِي الْاَمْرِ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَۜ اِنَّكَ لَعَلٰى هُدًى مُسْتَق۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِكُلِّ | her |
|
2 | أُمَّةٍ | ümmete |
|
3 | جَعَلْنَا | belirledik |
|
4 | مَنْسَكًا | ibadet şekli |
|
5 | هُمْ | onların |
|
6 | نَاسِكُوهُ | uydukları |
|
7 | فَلَا | asla |
|
8 | يُنَازِعُنَّكَ | seninle çekişmesinler |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْأَمْرِ | bu işte |
|
11 | وَادْعُ | çağır |
|
12 | إِلَىٰ |
|
|
13 | رَبِّكَ | Rabbine |
|
14 | إِنَّكَ | kuşkusuz sen |
|
15 | لَعَلَىٰ | üzerindesin |
|
16 | هُدًى | bir yol |
|
17 | مُسْتَقِيمٍ | dosdoğru |
|
لِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكاً هُمْ نَاسِكُوهُ فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِي الْاَمْرِ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَۜ
لِكُلِّ car mecruru amili جَعَلْنَا olan mahzuf ikinci mef’ûlu mutlaka mütealliktir. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مَنْسَكاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هُمْ نَاسِكُوهُ cümlesi مَنْسَكاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle de hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَاسِكُوهُ haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن ناقشوك في أمر الشريعة (seninle şeriat konusunda tartışırlarsa) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يُنَازِعُنَّكَ fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. يُنَازِعُنَّكَ fiili, نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. İki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْاَمْرِ car mecruru يُنَازِعُنَّكَ fiiline mütealliktir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَ cümlesi makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. ادْعُ mukadder sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اِلٰى رَبِّكَ car mecruru ادْعُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَاسِكُو kelimesi; sülâsî mücerredi نسك olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَازِعُنَّكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi نزع ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكَ لَعَلٰى هُدًى مُسْتَق۪يمٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
عَلٰى هُدًى car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. هُدًى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. مُسْتَق۪يمٍ kelimesi هُدًى ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. مُسْتَق۪يمٍ kelimesi; sülâsî mücerredi قام olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِكُلِّ اُمَّةٍ جَعَلْنَا مَنْسَكاً هُمْ نَاسِكُوهُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لِكُلِّ اُمَّةٍ , amili جَعَلْنَا fiili olan mahzuf mef’ûle mütealliktir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
اُمَّةٍ ’deki tenvin muayyen olmayan cins ve kesrete işaret eder.
هُمْ نَاسِكُوهُ cümlesi مَنْسَكاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek, konuyu zihinde yerleştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مَنْسَكاً ’in nekre gelişi nev ve tazim içindir.
مَنْسَكاً - نَاسِكُوهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْسَكاً , “şeriat” ve “yol” demektir. Bu görüş de Atâ’nın rivayetine göre İbni Abbas’a ait olup Kaffâl’in tercih ettiği görüştür ki bu, [“Sizden her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik”] (Maide Suresi, 48) ayetinden dolayı doğruya en yakın olanıdır. Bir de bu kelime ibadet manasına gelen nüsuk kelimesinden alınmıştır. Binaenaleyh, bu ifade her türlü ibadeti içine aldığına göre onu tahsis etmenin anlamı yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِي الْاَمْرِ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَۜ
Cümleye dahil olan فَ rabıta içindir. Mahzuf bir şart cümlesine delalaet eder. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِي الْاَمْرِ cümlesi, takdiri إن ناقشوك في أمر الشريعة (Seninle şeriat konusunda tartışırlarsa) olan mahzuf şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَۜ cümlesi şartın cevabına matuftur. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّكَۜ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
جَعَلْنَا - رَبِّكَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Bu hitap, Hz. Peygambere yönelik bir nehiydir yani ‘’Sen onların sözlerine bakma ve onların Seninle tartışmalarına imkân verme.’’ Ya da inkârcılara yöneliktir ve onların din konusunda bir bilgiye sahip olmadıkları ve cahil oldukları halde Hz. Peygamber (sav) ile tartışmaya kalkışmaları hususunda onlara yönelik bir sakındırmadır. Bunlar Huzâ‘a kâfirleridir. (Keşşâf)
فَلَا يُنَازِعُنَّكَ فِي الْاَمْرِ (Seninle asla cedelleşmesinler) cümlesinde, olumsuzluk manası kastedilen nehiy kullanılmıştır. Yani hak apaçık ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla seninle cedelleşmemeleri gerekir. (Safvetü’t Tefasir)
اِنَّكَ لَعَلٰى هُدًى مُسْتَق۪يمٍ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede, îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلٰى هُدًى mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مُسْتَق۪يمٍ kelimesi هُدًى için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hidayetin müstakim olmakla vasıflanması mekni istiaredir. Hidayet, talep edilen hedefe ulaştıran yola benzetilmiş ve bu yol da müstakim olarak sembolize edilmiştir. Çünkü müstakim yol hedefe daha çabuk ulaştırır. İslam dini, bütün dinlerin gayesi olan nefsani mükemmelliğe götüren dinlerin en kolayıdır. (Âşûr)
وَاِنْ جَادَلُوكَ فَقُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
وَاِنْ جَادَلُوكَ فَقُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.
جَادَلُوكَ şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ’ye mütealliktir.
İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
جَادَلُوكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ جَادَلُوكَ فَقُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
Cümle وَ ile önceki ayete atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Şart cümlesi olan جَادَلُوكَ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَقُلِ اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ şeklindeki cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan اللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsned olan اَعْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Harf-i cerle birlikte اَعْلَمُ ’ya müteallik müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, talebî inşâî isnaddır.
جَادَلُوكَ fiili, مفاعلة babındadır. Bu babın fiile kattığı manalardan en fazla kullanılanları müşareket ve teksirdir.
اَعْلَمُ - تَعْمَلُونَ kelimeleri arasında cinas-ı kalb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette şartın cevabının, “sen de onlarla mücadele et” gibi bir cümle olması beklenirken Allah’ın, onların yaptıklarını bildiğini söylemesini istemesi, hakîm üslubu sanatıdır.
Bu üslup; muhataba beklediği şeyi ya da sorduğu sorunun cevabını değil, daha önemli ya da gerekli olduğuna tenbih için beklemediği bir şeyi söylemek ya da cevabı vermek olarak tarif edilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yüce Allah, böylelikle ona, onların işi yokuşa sürmeleri ile uğraşmaktan koruyarak gereksiz yere tartışmaktan yüz çevirmesini emretmektedir. Çünkü bile bile inat eden kimseye cevap verilmez. (Kurtubî)
اللَّهُ أعْلَمُ بِما تَعْمَلُونَ sözü işleri konusunda Allah’ı yetkili kılmaktır. Onlarla mücadeleyi sonlandırmak manasında kinayedir. İdmac yoluyla tehdit ve uyarı için tariz de vardır. (Âşûr)
اَللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
اَللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يَحْكُمُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. يَحْكُمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
بَيْنَكُمْ mekân zarfı, يَحْكُمُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı mef’ûlün fih olup يَحْكُمُ fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte يَحْكُمُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. كان isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru تَخْتَلِفُونَ fiiline mütealliktir.
تَخْتَلِفُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur. تَخْتَلِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَخْتَلِفُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Ayet müstenefe cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur ف۪يهِ önemine binaen amili olan تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu, takdim-tehir sanatıdır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
تَخْتَلِفُونَ - يَحْكُمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Anlaşmazlığa düştükleri hususlardan kasıt Hz.Peygamber ile kavmi arasındaki ayrılıklardır. Anlaşmazlığa düşülen hususlar ise Allah'ın ayetleri ile ilgili muhalefetleridir. Yüce Allah hüküm verdiğinde, o vakit siz neyin hak, neyin batıl olduğunu bileceksiniz, demektir. (Kurtubî)
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّ ذٰلِكَ ف۪ي كِتَابٍۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَعْلَمْ | bilmez misin? |
|
3 | أَنَّ | kuşkusuz |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | يَعْلَمُ | bilir |
|
6 | مَا | ne varsa |
|
7 | فِي |
|
|
8 | السَّمَاءِ | gökte |
|
9 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
10 | إِنَّ | kuşkusuz |
|
11 | ذَٰلِكَ | bunların hepsi |
|
12 | فِي |
|
|
13 | كِتَابٍ | bir Kitaptadır |
|
14 | إِنَّ | şüphesiz |
|
15 | ذَٰلِكَ | bu |
|
16 | عَلَى | için |
|
17 | اللَّهِ | Allah |
|
18 | يَسِيرٌ | kolaydır |
|
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَعْلَمْ meczum muzari fiildir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَعْلَمْ fiilinin iki mef’ûlu yerindedir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. يَعْلَمُ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir, faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي السَّمَٓاءِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. الْاَرْضِ kelimesi السَّمَٓاءِ kelimesine matuftur.
اِنَّ ذٰلِكَ ف۪ي كِتَابٍۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ذٰلِكَ ism-i işareti اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. ف۪ي كِتَابٍ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ذٰلِكَ ism-i işareti اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَس۪يرٌ ’a mütealliktir. يَس۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, muhatabı tasdike zorlamak ve tazim manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca ayette, mütekellim Allah Teâlâ olduğu için tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Muzari sıygadaki تَعْلَمْ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. اَنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan …اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ cümlesi, masdar tevilinde تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. اَنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اَنَّ ’nin haberi olan …يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَٓاءِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’in sılası mahzuftur. فِي السَّمَٓاءِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَعْلَمْ - يَعْلَمُ , kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, السَّمَٓاءِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَلَمْ تَعْلَمْ (Bilmedin mi?) diye başlayan cümle, istifham lafzıyla getirilmiş olan bir ifade olup ancak ne var ki bu peygamberin kalbini bir takviye, ona vaatte bulunma ve her türlü fiillerinin Allah katında mahfuz ve malum olup, Allah'tan gizli kalmayarak unutulmayacağını bildirmek suretiyle de kâfirleri tehdit etmek manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ ذٰلِكَ ف۪ي كِتَابٍۜ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي كِتَابٍۜ tekid harfi اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilene dikkat çekip zihinlerde yerleştirmek içindir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي كِتَابٍ ibaresindeki ف۪ٓي harfinde istiare vardır. ف۪ٓي hakiki manasında kullanılmamıştır. Bilindiği gibi bu harfte zarfiyet manası vardır. Fakat zarfa benzetilmiş olan كِتَابٍۜ ’in, zarfiyet özelliği yoktur. Kitapla bilinmesi gerekenler arasındaki irtibat, zarfla mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’ her ikisinin tahakkukudur.
Harflerde istiare kurulurken harfe değil, müteallakına itibar edilir. Müteallak müştak olduğu için de istiare, tebeiyye olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilene dikkat çekip zihinlerde yerlestirmek içindir.
ذٰلِكَ ile istifhamın mazmununa işaret edilmiştir. (Âşûr)
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَى اللّٰهِ , ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
Müsned olan يَس۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
اَنَّ - اِنَّ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَمَا لَيْسَ لَهُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَعْبُدُونَ | ve tapıyorlar |
|
2 | مِنْ | şeylere |
|
3 | دُونِ | dışında |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | مَا |
|
|
6 | لَمْ |
|
|
7 | يُنَزِّلْ | indirmemiştir |
|
8 | بِهِ | onlara |
|
9 | سُلْطَانًا | hiçbir delil |
|
10 | وَمَا | ve |
|
11 | لَيْسَ | yoktur |
|
12 | لَهُمْ | kendilerinin |
|
13 | بِهِ | onun hakkında |
|
14 | عِلْمٌ | bir bilgileri |
|
15 | وَمَا | ve yoktur |
|
16 | لِلظَّالِمِينَ | o zalimlerin |
|
17 | مِنْ | hiçbir |
|
18 | نَصِيرٍ | yardımcısı |
|
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَمَا لَيْسَ لَهُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْبُدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُنَزِّلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِه۪ car mecruru يُنَزِّلْ fiiline mütealliktir. سُلْطَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü atıf harfi و ’la makabline matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَيْسَ لَهُمْ بِه۪ عِلْمٌ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَيْسَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لَهُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. بِه۪ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عِلْمٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
يُنَزِّلْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar
وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لِلظَّـٰلِمِینَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنۡ harfi zaiddir. نَص۪يرٍ lafzen mecrur mahallen muahhar mübtedadır.
اَلظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَمَا لَيْسَ لَهُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ
وَ , istînâfiyedir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
يَعْبُدُونَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُنَزِّلْ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Mef’ûl olan سُلْطَاناً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. ‘Hiçbir’ manasındadır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, olumsuzluğun umumuna delalet eder.
Mef’ûl konumundaki birinci müşterek ism-i mevsûle atfedilen ikinci مَا ’nın sılası olan لَيْسَ لَهُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ , nakıs fiil لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , nakıs fiil لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عِلْمٌ, muahhar ismidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا ’ların tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مِن دُونِ ifadesi onların Allah’a ibadetten yüzçevirdiklerini ifade eder. Çünkü دُونِ kelimesi uzaklık için bir isim olsa bile, kendisine muzafun ileyh olan bir şeyle başka bir şey arasındaki ilişki için de kullanılır. Bu kelimenin başına مِن gelirse fiilin دُونِ kelimesinin muzafun ileyhine uzak taraftan başladığına delalet eder. Böylece muzafun ileyhin, yani Allah’ın fiille bir ortaklığının olmaması gerekir. (Âşûr)
مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ سُلْطَاناً وَمَا لَيْسَ لَهُمْ بِه۪ عِلْمٌ ifadesi onların kesin bir itikadları olmadığını ifade eder. Çünkü kesin inanç ancak delile dayalıdır ve batılı delili olmaz. Şeri delillerin yokluğunun, akli delillerin yokluğuna takdim edilmesi; Şeri delillerin daha önemli olması dolayısıyladır. (Âşûr)
وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ
Ayetin son cümlesindeki وَ istînâfiye, مَا nefy harfidir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Âşûr’a göre bu cümle …وَيَعْبُدُونَ مِنْ cümlesine matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لِلظَّالِم۪ين mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Bu takdim ihtimam içindir.
Muahhar mübteda olan مِنْ اَنْصَارٍ ’deki مِنْ harfi zaiddir ve tekid ifade eder.
نَص۪يرٍ ’in nekre gelişi nev ve kıllet içindir. Nefy siyakta gelen nekre, selbin umumuna işarettir.
Cümlede هُمْ yerine zalimler şeklinde zahir ismin gelmesi; yardımcı bulaamamanın sebebinin zülum olduğunu vurgular.وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذ۪ينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ اَلنَّارُۜ وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | تُتْلَىٰ | okunduğu |
|
3 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
4 | ايَاتُنَا | ayetlerimiz |
|
5 | بَيِّنَاتٍ | apaçık |
|
6 | تَعْرِفُ | anlarsın |
|
7 | فِي |
|
|
8 | وُجُوهِ | yüzlerinde |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
11 | الْمُنْكَرَ | hoşnutsuzluk |
|
12 | يَكَادُونَ | neredeyse |
|
13 | يَسْطُونَ | üzerine saldıracaklar |
|
14 | بِالَّذِينَ |
|
|
15 | يَتْلُونَ | okuyanların |
|
16 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
17 | ايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
18 | قُلْ | de ki |
|
19 | أَفَأُنَبِّئُكُمْ | size haber vereyim mi? |
|
20 | بِشَرٍّ | daha kötü bir şey |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | ذَٰلِكُمُ | bundan |
|
23 | النَّارُ | ateş! |
|
24 | وَعَدَهَا | ve onu va’detmiştir |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | الَّذِينَ | kimselere |
|
27 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
28 | وَبِئْسَ | ve ne kötü |
|
29 | الْمَصِيرُ | sondur |
|
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
تُتْلٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُتْلٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline mütealliktir.
اٰيَاتُنَا naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتُنَا naib-i failinin hali olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ cümlesi şartın cevabıdır. تَعْرِفُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
ف۪ي وُجُوهِ car mecruru تَعْرِفُ fiiline mütealliktir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْمُنْكَرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْمُنْكَرَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûludur.
يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذ۪ينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ
يَكَادُونَ fiili نَ ’un sübutuyla nakıs, merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı يَكَادُونَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. كَاد fiili İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
Mukârebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller, ‘- e yazdı, az kalsın … , neredeyse … , - mek üzereydi’ gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur'an’da sadece كَادَ ’nin kullanımına rastlanılmıştır. كَادَ fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan ‘tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı’ manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْطُونَ fiili, يَكَادُونَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. يَسْطُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte يَسْطُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَتْلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَتْلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُونَ fiiline mütealliktir. اٰيَاتِنَا mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulül-kavli اَفَاُنَبِّئُكُمْ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen merfûdur.
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنَبِّئُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِشَرٍّ car mecruru اُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir.
مِنْ ذٰلِكُمْ car mecruru اُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir.
اُنَبِّئُكُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَلنَّارُۜ وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
İsim cümlesidir. اَلنَّارُ mübteda olup lafzen merfûdur. وَعَدَهَا fiil cümlesi haber olarak mahallen merfûdur. وَعَدَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟
وَ istinâfiyyedir. بِئْسَ , zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَصٖيرُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; جهنّم şeklindedir.
Dönüş manasındaki الْمَصٖيرُ kelimesi mimli masdardır.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
Burada faili ال ’lı gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ
اِذَا , cümleye muzaf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır.
Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Cümlenin haber manalı olması, bu atfı mümkün kılmıştır.
اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتُنَا izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan ayetler tazim edilmiştir.
بَيِّنَاتٍ , naib-i fail olan اٰيَاتُنَا ’dan haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
فَ karinesi olmadan gelen تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَۜ şeklindeki cevap cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي وُجُوهِ ibaresindeki فِي harfinde istiare vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir. وُجُوهِ , içine girilecek bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. وُجُوهِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Konunun kesinliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
وُجُوهِ ’nin muzafun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَفَرُوا - الْمُنْكَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الْمُنْكَرَ [Kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin] cümlesinde latif bir istiare vardır. Yani onların yüzlerinden hoşnutsuzluk sezer ve kötü bir şey yapmak istediklerini anlarsın. (Safvetü’t Tefasir)
Onlara, Kur'an'dan “açık açık” hak itikatlara ve İlahî hükümlere açıkça delalet eden ayetlerimiz okunduğu zaman kâfirlerin yüzlerinde hoşnutsuzluk görürsün cümlesi hakkı şiddetle reddetmelerinden ve öfkelerinden taklit ettikleri batılları müdafaa etmek için demektir. Bu da cahilliğin son kertesidir. Bunun içindir ki kâfirler zamir yerine konulmuştur. (Beyzâvî)
يَكَادُونَ يَسْطُونَ بِالَّذ۪ينَ يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ
Fasılla gelen cümle ٱلَّذِینَ mevsûlünden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Veya وجوه kelimesinin halidir.
Nakıs fiil كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَاد ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِ harfiyle birlikte يَسْطُونَ fiiline müteallik olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يَتْلُونَ عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِنَاۜ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan ayetler, şan ve şeref kazanmıştır.
يَتْلُونَ - تُتْلٰى kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetlerin tekrarı önemine binaen yapılan ıtnâb sanatıdır. Ayrıca bu tekrarda reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سطوة ; hücum edip, çullanmak, şiddetle yakalamak demektir. Bir kimseyi şiddetle yakalamayı anlatmak üzere bu fiil kullanılır. Bu yakalayış esnasında dövmek ya da sövmek de olabilir. (Kurtubî)
قُلْ اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’-kavli olan اَفَاُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكُمْۜ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen korkutmak ve azarlamak amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
بِشَرٍّ ’deki tenvin, tahkir, umum ve kesret ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكُمْۜ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اَلنَّارُۜ وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ
Beyanî istînâf veya tefsiriyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan وَعَدَهَا اللّٰهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اٰيَاتِنَا ’dan sonra اللّٰهُ lafzının zikrinde, iltifat sanatı vardır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُواۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ - كَفَرُوا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
[Allah onu vadetmiştir…] ifadesi söz başı olmaktadır (Dolayısıyla îrab açısından öncekilerle ilgisi yoktur). اَلنَّارُۜ , mübteda وَعَدَهَا ’nın haber olması da mümkündür. Yine اَلنَّارُۜ kelimesini mansub ya da mecrur kıldığın zaman gizli bir قد takdiri ile ateşin hali olması da mümkündür. (Keşşâf)
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟
وَ , istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili olan بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; اَلنَّارُ ’dır.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
الْمَص۪يرُ۟ ’deki الْ takısı umum ifade eden cins içindir. (Âşûr)
Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Hak Teâlâ, küfürleri üzere ölmeleri halinde o kâfirlere vadettiği şeyi de [O ne kötü bir varış yeridir!] diye beyan buyurmuştur. Keşşâf sahibi şöyle der: “Ayetteki وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ۟ ifadesi, müstenef bir cümle olabileceği gibi هو (cehennem) kelimesinin mübteda, bunun onun haberi olması da muhtemeldir.” (Fahreddin er-Râzî)Ne hissettiğimi bilemediğim ve ne düşündüğümü açıklayamadığım günlerden birinde; tefekkür aleminde keşfe çıktım.
Balık misali denizin derinliklerinden yüzeyine yüzdüm ve denizin altıyla üstünü birbirinden ayırarak, bambaşka hayatlar yaratanı hayranlık ile andım.
Kuş misali yeryüzünden gökyüzüne daldım ve ikisini birbirinden ayrı tutanı muhabbet ile andım. Karada ve denizde yolculuğu kolaylaştıranın adıyla devam ettim.
Yeryüzünün derinliğindeki sınırla, dünya hayatını hatırlarken; gökyüzünün bilinmez sonsuzluğuyla ahireti düşündüm.
İnsanların bitmek bilmez haksızlıklarından ve tartışmalarından uzaklaşırken, mahşer gününün kalabalığını hayal ettim. Her anlaşmazlığın biteceği, haklıyla haksızın ayrılacağı ve zalimin mazluma olan hesabını ödeyeceği günün varlığına hamd ettim.
Ey bize hayat veren, sonra öldürecek ve sonra diriltecek olan Allahım! Hayattan ölüme, ölümden dirilişe ve dirilişten ebedi hayata olacak olan geçişlerimizi kolaylaştır. Merhametin ile bizi affet. Muhabbetin ile benliğimizi ve iki cihandaki hallerimizi süsle. Nankörlükten ve nankörlüğe ulaştıracak her halden Sana sığınırız. Kalplerimizi Sana yönelt, zihinlerimizi tefekkür alemiyle tanıştır ve ayaklarımızı hakka götüren doğru yol üzerinde sabit kıl. Sınırlarının dışına çıkmaya meyil etmeden, son nefesimize kadar Sana itaat üzerine yaşayarak, hoşnutluğunu kazananlardan olmamızı nasip eyle.
Amin.
***
İnsan nefsi, belki de saflığını yitirmeye başlamış bir ergen gibidir. Tam ne yapmak istediğinden emin değildir ama yine de her şeyi bildiğini sanar. Biraz boş kaldığında aklı birbirinden kopuk, genellikle dünyaya dair şiddetli düşünce ve yoğun duygular alemine dalar. Yeryüzünün hırsları ve hevesleri çok daha çekici hale gelir. Hiçbir istediğim olmuyor tripleri sıklaşır. Bazen en ufak sorun karşısında dünyası yıkılır.
Konulan kuralların çevresinde dolanır. Belli sınırlardan dolayı boğulduğu zannına kapılır. Eline fırsat geçen her yerde pazarlık yapmaya girişir. Sonra yaşı büyür. Olgunluğun getirdiği sakinlikle beraber sınır çizilmesinin gerekliliğini kavrar. Dünyayla, nefsiyle ve insanlarla olan ilişkilerin hepsinde belli bir sınıra ihtiyaç vardır. Aksi takdirde aşırıya kaçmanın verdiği yorgunlukla ilişkiler zararla sonuçlanır.
Kul her şeyi anlamak zorunda değildir. Allah’a güvenerek ve O’na teslim olarak hayatına devam etsin yeter. Zira Allah’ın her emri, kullarını korumaya yöneliktir. Hayal kırıklığına uğramaktan, kaybettiğinde yıkılmaktan, boş işlerin ardında sürüklenmekten, dünyevi özgürlük umuduyla hapsolmaktan ve nefsine dolayısı ile dünyalık herhangi bir şeye köle olmaktan korur. Bunu doğru şekilde olgunlaştıkça idrar eder.
Ey Allahım! Nefsimizin bizden hoşnut olması için her istediğini yaparak nefsimize öncelik vermekten Sana sığınırız. Bizi Sana hakiki manada güvenen kullarından eyle. Şüphesiz bizim için en iyisini bilen Sensin ve bizi en iyi tanıyansın. Süresi bittiğinde yitip giden dünyalıkların ve sınırsız yaşadığında kaybolanların hepsi bunun kanıtıdır. Kalıcı olan Sensin. Aziz olan Sensin. Bizi Sana ve Senin rızana kavuşan, cehennem ateşinden ve şiddetinden koruduğun, katında yükselttiğin ve rahmetinle kuşattığın salih kullarından eyle.
Amin.