31 Ocak 2025
Yusuf Sûresi 87-95 (245. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 87. Ayet

يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ  ...


“Ey oğullarım! Gidin Yûsuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا بَنِيَّ oğullarım ب ن ي
2 اذْهَبُوا gidin ذ ه ب
3 فَتَحَسَّسُوا araştırın ح س س
4 مِنْ
5 يُوسُفَ Yusuf’u
6 وَأَخِيهِ ve kardeşini ا خ و
7 وَلَا
8 تَيْأَسُوا umut kesmeyin ي ا س
9 مِنْ -nden
10 رَوْحِ rahmeti- ر و ح
11 اللَّهِ Allah’ın
12 إِنَّهُ zira
13 لَا
14 يَيْأَسُ umut kesmez ي ا س
15 مِنْ
16 رَوْحِ rahmetinden ر و ح
17 اللَّهِ Allah’ın
18 إِلَّا başkası
19 الْقَوْمُ kavimden ق و م
20 الْكَافِرُونَ kafir ك ف ر

Tekrar erzak almak için Mısır’a giden çocuklarına Hz. Ya‘kub’un söylediği bu sözler, onun, oğlu Yûsuf’tan ümidini kesmediğini ve Allah’ın lutfuyla bir gün kendisine kavuşacağını umduğunu göstermektedir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 252

حسّ Hasse : حاسَّةٌ duyu organlarıyla idrak edilebilen varlıkların kendisiyle algılandığı kuvvedir. Bu köke ait حَوَاسٌّ sözcüğü beş duyu demektir. أحَسَّ ve حَسَّ fiilleri iki anlamda kullanılır: Birincisi ona hissimle/duyumla dokundum /vurdum anlamında kullanılırken diğeri onun algısına/duyusuna dokundum şeklindedir ki bu ikinci kullanım ölüme yol açabildiğinden ölüm de bu fiille ifade edilebilmektedir. حَسِيسٌ lafzı da öldürülen/maktul manasındadır. Yine حَسِسْتُ fiili عَلِمْتُ ve فَهِمْتُ fiillerine benzer, farkı yalnızca algı kuvvesiyle elde edilmiş olanlarda kullanılmasıdır. İf’al babı formundaki أحْسَسْتُهُ fiili de ‘onu algı kuvvemle idrak ettim’ anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hassas, hassa (duyu), his, hissiyat, hassasiyet, mütehassıs ve hissi (kable-l vukû)dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ

 

يَا  nida harfidir. Münada  بَنِيَّ   muzaf olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ي ‘dir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  اذْهَبُوا ’dur.

اذْهَبُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَحَسَّسُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ  يُوسُفَ  car mecruru  تَحَسَّسُوا  fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. اَخ۪يهِ  atıf harfi  وَ ‘la  يُوسُفَ  ‘ye matuf olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan cer alameti  ى  ‘dir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَايْـَٔسُوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ رَوْحِ  car mecruru  تَايْـَٔسُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَحَسَّسُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  حسس ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  şan zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا يَايْـَٔسُ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَايْـَٔسُ  damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ رَوْحِ  car mecruru  يَايْـَٔسُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الْقَوْمُ  fail olup damme ile merfûdur.  الْكَافِرُونَ  kelimesi  الْقَوْمُ ‘nun sıfatı olup ref alameti  وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklndedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. İş zamirleri 3’e ayrılır: Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır. Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır. Mahzuf iş zamiri (hazfolmuş iş zamiri)  كَأَنَّ ، أَنَّ ، إنَّ ‘nin muhaffefleri olan كَأَنْ , أَنْ , إِنْ ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْكَافِرُونَ  ; sülâsî mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اذْهَبُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupta gelen  فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Nidanın cevabına matuf olan  وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ  cümlesi ise nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.

Az sözle çok anlam ifadesi için gelen  رَوْحِ اللّٰهِ  izafetinde  رَوْحِ  kelimesinin, Allah lafzına izafesi, tazim içindir.

مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ  ifadesi istiaredir. Kastedilen, ‘’Allah’ın vereceği ferahlıktan (ferac) ümit kesmeyin’’ manasıdır.  الْرَوْحِ ’, kokusu, esişi güzel rüzgârdır. Allah Teâlâ gam, keder ve sıkıntıların ardından gelen ferahlığı, kalpleri ferahlatan, gönülleri serinleten hoş esişli rüzgâra benzetmiştir. Bununla şu mana anlatılmak isteniyor: ‘’Üzüntülü kişinin nefes almasıyla, boğmaca hastalığına yakalanmış kişinin nefes alıp vermesiyle rahatlaması gibi kalpler de rüzgârla huzur ve sükunete erer. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)


 اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  

اِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. اِنَّهُ ’daki  هُ , şan zamiridir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْ رَوْحِ car mecruru, ihtimam için fail olan  الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. لَا ve  اِلَّا ’nın oluşturduğu iki tekit hükmündeki kasr, fiille fail arasındadır. يَايْـَٔسُ  maksûr/sıfat,  الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ  maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, kâfir kavme hasredilmiştir. 

Zamir yerinde zahir isim gelerek, lafza-i celâlin azamet ve heybeti artırmak, emre itaati kuvvetlendirmek, zihne yerleştirmek için zahir olarak tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَوْحِ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

الْقَوْمُ ‘nün sıfatı olan  الْكَافِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin mevsûftaki  hudûs ve yenilenmesine  işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

تَايْـَٔسُوا - يَايْـَٔسُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

رَوْحِ اللّٰهِ  lafzının ayette, Allah’ın rahmetinin önemine dikkat çekmek için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

بَنِيَّ - اَخ۪يهِ   ve  تَحَسَّسُوا - لَا تَايْـَٔسُوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatıvardır.

وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ  cümlesiyle, اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve kasr üslubu olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yakub'un (a.s) bu sözleri, oğullarını,  وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ [Ve ben sizin bilemediğiniz şeyleri Allah tarafından biliyorum.] sözünde müphem kalan bazı hakikatlerle irşattır. Sonra Yakub (a.s),  اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ [Çünkü şüphesiz kâfirler güruhundan başkası Allah'ın rahmetinden umudunu kesmez.]  sözleriyle de emrinin gereğini terk etmekten oğullarını sakındırmaktadır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ [Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.] demiştir. el-Esmai şöyle demektedir: " رَوْحِ  ‘’insanın hissettiği ve kendisinde huzur bulduğu tatlı ve hafif rüzgâra denilir. Râ, vâv ve hâ harflerinin terkibi, hareketi deprenişi ifade eder. Binaenaleyh insanın, kendisi sebebiyle hafif hafif harekete geçtiği ve varlığından lezzet duyduğu şey,  رَوْحِ ’dır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Yusuf Sûresi 88. Ayet

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ  ...


Bunun üzerine (Mısır’a dönüp) Yûsuf’un yanına girdiklerinde, “Ey güçlü vezir! Bize ve ailemize darlık ve sıkıntı dokundu. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zahiremizi tam ölç, ayrıca bize sadaka ver. Şüphesiz Allah, sadaka verenleri mükâfatlandırır” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا böylece
2 دَخَلُوا girdiklerinde د خ ل
3 عَلَيْهِ onun huzuruna
4 قَالُوا dediler ki ق و ل
5 يَا أَيُّهَا ey
6 الْعَزِيزُ vezir ع ز ز
7 مَسَّنَا bize dokundu م س س
8 وَأَهْلَنَا ve çocuklarımıza ا ه ل
9 الضُّرُّ darlık ض ر ر
10 وَجِئْنَا ve geldik ج ي ا
11 بِبِضَاعَةٍ bir sermaye ile ب ض ع
12 مُزْجَاةٍ değersiz ز ج و
13 فَأَوْفِ tam ver و ف ي
14 لَنَا bize
15 الْكَيْلَ ölçyü ك ي ل
16 وَتَصَدَّقْ ve tasadduk eyle ص د ق
17 عَلَيْنَا bize
18 إِنَّ çünkü
19 اللَّهَ Allah
20 يَجْزِي mükafatlandırır ج ز ي
21 الْمُتَصَدِّقِينَ tasadduk edenleri ص د ق

Hz. Ya‘kub’un ısrarı üzerine oğulları, hem kardeşleri Yûsuf’u aramak, hem de yiyecek almak üzere üçüncü defa Mısır’a gittiler. Hz. Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde kıtlığın kendilerini iyice dara düşürdüğünü, dolayısıyla erzak temini için tekrar geldiklerini söylediler. Ellerindeki bedelin yetersiz olduğunu, bu sebeple alışverişin dışında kendilerine biraz da tasaddukta bulunmasını Hz. Yûsuf’tan istediler.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 253-254

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. دَخَلُوا  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

دَخَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِ  car mecruru  دَخَلُوا  fiiline mütealliktir. Şartın cevabı  قَالُوا  ‘dur.  

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli,  يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ  ‘dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir. الْعَز۪يزُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup damme ile merfûdur. Nidanın cevabı  مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ ‘dur.

مَسَّنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَهْلَنَا  atıf harfi  وَ ‘la mef’ûl olan  نَا  zamirine matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الضُّرُّ  fail olup damme ile merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جِئْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  ناَ  fail olarak mahallen merfûdur. بِبِضَاعَةٍ  car mecruru  جِئْنَا  fiiline mütealliktir.  مُزْجٰيةٍ  kelimesi  بِضَاعَةٍ  ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن رضيتها فأوف (Eğer bundan razı olduysan vefalı ol.) şeklindedir.

اَوْفِ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. لَنَا  car mecruru  اَوْفِ  fiiline mütealliktir.  الْكَيْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَصَدَّقْ  fiili, atıf harfi  وَ ‘la  اَوْفِ  ‘ye matuftur.  

تَصَدَّقْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. عَلَيْنَا  car mecruru  تَصَدَّقْ  fiiline mütealliktir.

(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.  b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَصَدَّقْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  صدق  ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْفِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  وفي ’dır. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

مُزْجٰيةٍ  ;sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.


اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

ٱللَّهَ  lafza-i celâl  إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. يَجْزِي  cümlesi,  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

يَجْزِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. الْمُتَصَدِّق۪ينَ   mef'ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الْمُتَصَدِّق۪ينَ ; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ

 

فَ  atıf harfidir. İki ayet arasında meskutun anh söz konusudur. Meskutun anh, muhatabın hayal gücünü harekete geçirir ve anlatıma akıcılık kazandırır.

Şart üslubunda gelen terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, c. 7, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek istikrar ve temekkün ifade eden şart cümlesi olan  دَخَلُوا عَلَيْهِ , şart edatı  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Nidanın cevabı olan  مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مَسَّنَا  fiilinin, mef’ûlüne matuf olan  اَهْلَنَا , önemine binaen faile takdim edilmiştir.

مَسَّ  fiilinin  الضُّرُّ ‘ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan dokunma fiili zarara isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey, canlı yerinde kullanılmıştır. Zarar, eliyle bir şeye temas edebilen kişiye benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. Zararın dokunması ibaresi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

مَسَّنَا  [Bize zarar dokundu.] sözünden sonra  اَهْلَنَا  [ehlimize]  buyurulması umumun hususa atfı babında ıtnâbdır.

Hükümde ortaklık nedeniyle öncesine atfedilen  جِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

بِبِضَاعَةٍ ’deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder.

مُزْجٰيةٍ  kelimesi,  بِضَاعَةٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Geldi manasındaki  جَاءَ  fiili, بِ  harf-i ceri ile kullanıldığında getirdi manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.

Bil ki müfessirler, burada bir hazfin olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Buna göre bu ifadenin takdiri: “Yakub (a.s), oğullarına “Oğullarım gidin, Yusuf’la kardeşinden bir haber arayın” (Yusuf, 87) dediği zaman, onlar babalarının bu tavsiyesini kabul ettiler ve Mısır’a tekrar gelip, Yusuf’un huzuruna girdiler ve ona “Ey Aziz” dediler” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ 

 

İstînâfiye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. 

فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ  cümlesi, takdiri  إن رضيتها (Eğer ondan razı olduysan.) olan mukadder şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  تَصَدَّقْ عَلَيْنَا  cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle atıf harfi  وَ ’la,  فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

الْكَيْلَ -  بِبِضَاعَةٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin sonunda müştakı zikredilen  تَصَدَّقْ  lafzında irsâd sanatı vardır.

Sadaka; verilerek Allah katında sevap umulan şeydir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)


 اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tazim, haşyet ve merhamet duyguları uyandırmak içindir. 

اِنَّ ’nin haberi olan  يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْمُتَصَدِّق۪ينَ - تَصَدَّقْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yusuf Sûresi 89. Ayet

قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ  ...


Yûsuf dedi ki: “Siz (henüz) cahil kimseler iken Yûsuf ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 هَلْ mi?
3 عَلِمْتُمْ bildiniz ع ل م
4 مَا neler
5 فَعَلْتُمْ yaptığınızı ف ع ل
6 بِيُوسُفَ Yusuf’a
7 وَأَخِيهِ ve kardeşine ا خ و
8 إِذْ iken
9 أَنْتُمْ sizler
10 جَاهِلُونَ cahiller ج ه ل

Hz. Yûsuf, artık kendisini tanıtmanın zamanı geldiğini düşünerek, cahillikleri yüzünden kardeşlerinin kendisine ve kardeşi Bünyâmin’e yaptıklarını onlara hatırlatıp kendini tanıttı. Böylece Yûsuf kuyuya atıldığı zaman, kendisine vahyedilmiş olan, “Kardeşlerinin yaptıklarını bir gün onlara kendileri (senin kim olduğunun) farkına varmadan mutlaka haber vereceksin!” meâlindeki 15. âyetin verdiği haber, gerçekleşmiş oldu. Kardeşleri kusurlarını itiraf edip özür dilediler. O da onları bağışladığını bildirdi. İnsanların kıskanması, Allah’ın bir kimse için takdir etmiş olduğu nimeti engelleyemez. Nitekim, Resûlullah duasında şöyle demiştir: “Allahım! Senin verdiğine engel olacak yoktur. Senin engel olduğunu da verecek yoktur” (Buhârî, “Ezân”, 155). Kardeşlerinin kıskanması da Yûsuf’un yükselmesine engel olamamıştır. Sonunda kendileri mahcup olmuş ve Allah’ın Yûsuf’u kendilerinden üstün kılmış olduğunu yemin ederek itiraf etmişlerdir. Ziyâ Paşa’nın dediği gibi:

 Zalimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ:

 Tallahi lekad âserekellahu aleynâ!

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 254

قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli,  هَلْ عَلِمْتُمْ  ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هَلْ  istifham harfidir.  عَلِمْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ  ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

فَعَلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. بِيُوسُفَ  car mecruru  فَعَلْتُمْ  fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. اَخ۪يهِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı   فَعَلْتُمْ  fiiline mütealliktir. اَنْتُمْ جَاهِلُونَ  ile başlayan isim cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَاهِلُونَ  mübtedanın haberi olup, ref alameti  وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur. b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَاهِلُونَ  ; sülâsî mücerredi  جهل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ھلَ ْ ile gelen istifham; sorulan şeyin gerçekleştiğini ifade ettiğinden soru manasında olmayıp, sorulan sorunun tahakkuk ettiğine/edeceğine delalet eder. Bu sebeple gelecek olan cevap da tahakkuk manasıyla olacaktır. İstifham bu yüzden mecazî, tehekkümî ve inkârîdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Yunus/102)

هَلْ  istifham harfi,  قَدْ  manasında olduğu için tahkik ifade eder. Yani Yusuf (a.s) ve kardeşi hakkında gerçek olarak bildikleri şey için tevbih karînesiyle, kınanan eylem yaptıkları manasındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Ayet istifham sıygasıyla gelmiştir, fakat hakiki soru manasında değildir. Ayetteki sorudan kasıt onların hatalarını itiraf ettirmeye yönelik tacizdir. Dolayısıyla cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca, istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  ‘nın sılası olan  فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَخ۪يهِ  izafeti, temasül nedeniyle  عَلِمْتُمْ  fiiline müteallik  بِيُوسُفَ  car mecruruna atfedilmiştir.

فَعَلْتُمْ  fiiline müteallik olan zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  اَنْتُمْ جَاهِلُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَنْتُمْ  mübteda, جَاهِلُونَ  haberdir.

Müsned olan  جَاهِلُونَ  kelimesi ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

عَلِمْتُمْ -  جَاهِلُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ [Sizler cahillerken] onun çirkinliğini bilmezken, onun içindir ki ona teşebbüs ettiniz yahut sonucunu bilmeden. Bunu demesi nasihat içindir, onları tövbeye teşvik etmek içindir, onlara şefkatindendir, çünkü acizlik ve miskinliklerini görmüştü, yoksa sitem etmek ve başlarına kakmak için değildi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Yusuf Sûresi 90. Ayet

قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ  ...


Kardeşleri, “Yoksa sen, sen Yûsuf musun?” dediler. O da, “Ben Yûsuf’um, bu da kardeşim. Allah, bize iyilikte bulundu. Çünkü, kim kötülükten sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 أَإِنَّكَ yoksa sen misin?
3 لَأَنْتَ sen
4 يُوسُفُ Yusuf
5 قَالَ dedi ق و ل
6 أَنَا ben
7 يُوسُفُ Yusuf’um
8 وَهَٰذَا ve bu da
9 أَخِي kardeşimdir ا خ و
10 قَدْ muhakkak
11 مَنَّ lutfetti م ن ن
12 اللَّهُ Allah
13 عَلَيْنَا bize
14 إِنَّهُ doğrusu o
15 مَنْ kim
16 يَتَّقِ korkarsa و ق ي
17 وَيَصْبِرْ ve sabrederse ص ب ر
18 فَإِنَّ şüphesiz
19 اللَّهَ Allah
20 لَا
21 يُضِيعُ zayi etmez ض ي ع
22 أَجْرَ ecrini ا ج ر
23 الْمُحْسِنِينَ iyilik edenlerin ح س ن
Riyazus Salihin, 244 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Bir câriye zina eder ve zina yaptığı da kesinleşirse, sahibi ona had cezası uygulasın. Fakat suçunu başına kakmasın. Sonra ikinci defa zina yaparsa, aynı şekilde had uygulasın, ama yine de suçunu yüzüne vurup kötü sözlerle kınamasın. Sonra bu câriye üçüncü defa zina ederse, artık efendisi onu kıldan bir ip bedeline bile olsa satsın.”
(Buhârî, Itk 17, Hudûd 35, 36 Büyû’ 66,110; Müslim, Hudûd 30. Ayrıca bk.  Ebû Dâvûd, Hudûd 32; Tirmizî, Hudûd 8; İbn Mâce, Hudûd 14)

قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُ ’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzhalakadır. اَنْتَ يُوسُفُۜ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُوسُفُ  haber olup damme ile merfûdur. Gayri munsarif olduğundan tenvin almamıştır.  

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )


قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Mekulü’l-kavli,  اَنَا۬ يُوسُفُ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُوسُفُ  haber olup damme ile merfûdur. Gayri munsarif olduğundan tenvin almamıştır. وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

İşaret ismi  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَخ۪ي  haber olup, mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  مَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. عَلَيْنَا  car mecruru  مَنَّ  fiiline mütealliktir.

 اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُۥ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. مَنْ يَتَّقِ  cümlesi,  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَتَّقِ  şart fiili olup, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. يَصْبِرْ  fiili, atıf harfi  وَ ‘la  يَتَّقِ  fiiline matuftur. 

يَصْبِر  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَّقِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت 'ye dönüşmüş إتّقي  olmuştur. 

Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَا يُض۪يعُ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُض۪يعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. اَجْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْمُحْسِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

يُض۪يعُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  ضيع ’dir. 

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُحْسِن۪ينَ  ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takrîri istifham harfidir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen muhatabı itirafa zorlayan takrir manasında olduğu için, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اِنَّ ‘nin haberi olan  اَنْتَ يُوسُفُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fasl zamiri kasr ifade etmekle birlikte; kasr ifade etmeyip kelamın mazmununu tekit için de gelebilir. Bu durumda isim olur ve îrâbı ikinci mübteda olarak yapılır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

Cümle, onun Yusuf (a.s) olduğunu anlamalarının zorluğundan dolayı  اِنَّ , fasıl zamiri ve ibtidâ lamıyla tekid edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)    

 

 

 

 قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنَا۬ يُوسُفُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَهٰذَٓا اَخ۪ي  cümlesi, atıf harfi  وَ  ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هٰذَٓا  işaret ismiyle kardeşini işaret eden Yusuf (a.s) ona dikkat çekip önemini pekiştirmek istemiştir.

ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُ [Sen, gerçekten sen Yusuf musun?] (Yusuf, 12/ 90) Yusuf (a.s) yaklaşık iki yıldır kendisine gelip giden kardeşlerine, [Siz cahilken Yusuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı bildiniz mi?] (Yusuf,12/89) diye sual edince onlar kendilerine bu hatırlatmayı yapan ve durumlarından haberdar olan şahsın gerçekten Yusuf olduğunu anladılar, fakat bunu tekid etmek ve ikrar ettirmek için şu soruyu sordular:  ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُ  [Sen, gerçekten sen Yusuf musun?] İşte bu manayı istifham edatının takrir anlamı vermektedir. Bu durumu müfessirimiz şu şekilde izah eder: “Buradaki istifham takriridir. Yani Yusuf’un kimliğini ikrar ettirmek için sorulmuştur. İstifham edatı hemzenin arkasından tekid ve tahkik edatı  اِنَّ ‘nin kullanılması ve haberin başına tekid lamı getirilmesi de buna delildir. 

Yusuf’un onların sorularına cevap verirken  اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ [Ben Yusufum, bu da kardeşimdir] diyerek kendi adını zikretmenin yanında  هٰذَٓا (bu) ismi işareti ve  اَخ۪يۘ (kardeşim) kelimelerini de kullanması, takrir anlamını daha da güçlendirmek ve şüpheye mahal bırakmayacak şekilde kendisinin Yusuf olduğunu ifade etmek içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)


 قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

قَدْ  sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tazim ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

  اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Fasılla gelen cümle ta’lîliye hükmündedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  

اِنَّ ‘ nin haberi olan  مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ  terkibi şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesi  مَنْ يَتَّقِ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Şart ismi مَنْ , mübteda, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَّقِ  cümlesi, haberdir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Aynı üslupta gelen  يَصْبِرْ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘ la  يَتَّقِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

فَ  karînesiyle gelen  فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ  şeklindeki cevap cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Lafza-ı celâl müsnedün ileyh,  لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ  cümlesi müsneddir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması hükmün illetini bildirmenin yanında tazim ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ, isim cümlesi, lafza-ı celâlin müsnedün ileyh olması ve isnadın tekrarı olmak üzere birden çok tekit içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

اَجْرَ ‘nin muzafun ileyhi olan  الْمُحْسِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.

اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ  ibaresinde istiare vardır. Muhsin, çalışıp karşılığında ücret alan biri yerine konulmuştur.

Son cümlede zamir makamında bahsi geçenlerin  الْمُحْسِن۪ينَ  şeklinde zahir olarak zikredilmesi, sabreden ve sakınan kimselerin muhsin sıfatıyla vasıflanacağını bildirmek için yapılmış iltifat ve itnâb sanatıdır. 

يَتَّقِ - يَصْبِرْ  ve  الْمُحْسِن۪ينَ - مَنَّ  ve  اَنَا۬ - اَنْتَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اللّٰهُ  ve  يُوسُفُ  kelimelerinin ayette ikişer kez tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

مَنَّ - مَنْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Önceki cümleyi tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Bir fikri pekiştirmek ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla bir ifadenin arkasından söz ve anlamca ya da sadece anlam bakımından ona benzer olan ek bir ifadenin getirilmesi şeklinde gerçekleşen bir ıtnâb üslûbudur. (TDV İsmail Durmuş).

Allah Teâlâ, فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ  [Doğrusu Allah muhsinlerin mükafatını zayi etmez] buyurarak, mutlak bir mana ifade etmiş ve her muhsini ve bunu yapan herkesi kapsayan bir uslûb kullanmıştır. Böylece bu fiili yapan veya ister bu fiili, ister ihsan kapsamında bir başka fiili yapan olsun her muhsini bu mananın içine dahil etmiştir. Rûhu'l-Me‘ânî'de şöyle yazılıdır: “Bu sıfatı taşıyan herkesi umumi olarak kapsayan bir mana ifade etmesi için zamir zikredilmemiştir. Bu cümle, sabır emrinin sebebini bildirir. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c.3, s.355) 

لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ [Şüphesiz Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez, dedi] cümlesinde zamir yerine zahir olarak muhsinin demesi, muhsinin takva ve sabır sıfatını birleştiren kimse olduğunu vurgulamak içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Yusuf Sûresi 91. Ayet

قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ  ...


Dediler ki: “Allah’a andolsun, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı. Gerçekten biz suç işlemiştik.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 تَاللَّهِ vallahi ا ل ه
3 لَقَدْ doğrusu
4 اثَرَكَ seni üstün kıldı ا ث ر
5 اللَّهُ Allah
6 عَلَيْنَا bize
7 وَإِنْ ve doğrusu
8 كُنَّا biz ك و ن
9 لَخَاطِئِينَ suç işlemiştik خ ط ا
ر Esera : Bir şeyin eseri onun onun mevcudiyetine delalet edecek şeyin husule gelmesi/ortaya çıkmasıdır. أَثَرَ ve أثَّرَ fiillerinin ikisi de bu manaya gelmektedir. Çoğulu ise آثار dır. أَثَرْتُ الْعِلْمَ bir bilgiyi rivayet ettim. Mastarı أثارَةٌ , أثْرٌ ve أثْرَةٌ şekillerinde gelir. Bununla temelde bir bilginin eserinin, izinin, işaretinin ardına düşüp onu defalarca/sık sık ya da ağır ağır, adım adım araştırma kastedilir. İf’al kalıbındaki إِيثار – آثَرَ formu kendisinin ihtiyacı olduğu halde başkasını kendisine tercih etmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 21 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri eser, tesir, müesser, teessür ve müteessirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  تَاللّٰهِ لَقَدْ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَاللّٰهِ  car mecruru mahzuf kasem fiiline mütealliktir. Takdiri;  نقسم بالله (Allah’a yemin ederiz) şeklindedir.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اٰثَرَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.  عَلَيْنَا  car mecruru  اٰثَرَكَ  fiiline mütealliktir.  

اٰثَرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أثر ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  إنّنا  şeklindedir.  كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ  cümlesi, muhaffefe  اِنْ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

نَا  mütekellim zamiri  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lâm-ı farikadır.

خَاطِـ۪ٔينَ  kelimesi  كُنَّا ‘nın haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.

Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.

Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ) Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)

Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. İş zamirleri 3’e ayrılır: Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır. Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır. Mahzuf iş zamiri (hazfolmuş iş zamiri)  كَأَنَّ ، أَنَّ ، إنَّ ‘nin muhaffefleri olan كَأَنْ , أَنْ , إِنْ ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَاطِـ۪ٔينَ  ; sülâsî mücerredi  خطأ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, yemin üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Kasem harfi  تَ  nedeniyle mecrur olan, muksemun bih  تَاللّٰهِ , takdiri   نقسم  (yemin ederiz)  olan mahzuf fiile mütealliktir. 

Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim hazfedilmiş, vurgu kasemin cevabına yapılmıştır.

Kasemin cevabı olan  لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا  cümlesi, kasem ve  قَدْ  ile tekit edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan  اللّٰهُ  lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. 

Kasemin cevabına matuf olan  وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Muhaffefe  اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنْ , tekit harfi  اِنَّ  ’den muhaffefedir. Takdiri  نا  olan isminin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Haberi olan  كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ , nakıs fiil  كَان ‘nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنْ ‘in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikanın dahil olduğu  لَخَاطِـ۪ٔينَ , nakıs fiil  كان ’nin haberidir.

İsim cümlesinde müsned olan  لَخَاطِـ۪ٔينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s.80)

Yalnızca bir isim cümlesi bile sübut ifade ettiğinden, ilaveten  اِنَّ  ile tekid edilmesi cümlenin anlamını iki kat kuvvetlendirmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ  ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

قَالُوا تَاللّٰهِ  (Tallahi dediler.) Arapçada  تَا  kasem için kullanılır. “Vallahi”, “billahi” gibi “tallahi” diyerek de yemin edilir.  بَا  ve  و  harfleri gibi yemin için kullanılan  تَا  ayrıca bir de hayret ve taaccüp anlamı ifade eder. Türkçede biz bunu fark etmeyiz de ancak  تَا  ile  و ’ı birlikte kullanarak “tevallahi” denildiği zaman bir hayret manası anlarız. Onun için “tallahi” şeklinde olan yeminleri Arapçadan Türkçeye tercüme ederken bu yolu seçmek uygun olur. 

Yani “tevallahi” dediler gerçekten siz de bildiniz, bizi yakından görüp tanıdınız, kim olduğumuzu öğrendiniz, hakkımızda bilgi edindiniz ki biz bu yerde (yani Mısır toprağında) fesatçılık yapmak, (ahlâksızlık etmek) için gelmedik, biz hırsız da değiliz. Yani bizim kim olduğumuz sizce ve hükümetinizce bilinip dururken böyle bizi hırsızlıkla itham edip suçlamanız ne kadar acayip bir şey? Buna şaştık kaldık doğrusu! (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)

Onların bu kelamı, zımnen tövbe ve istiğfar ifade etmektedir. İşte bundan dolayıdır ki Yusuf (a.s), bundan sonraki sözlerini söylemiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Yusuf Sûresi 92. Ayet

قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ  ...


Yûsuf dedi ki: “Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 لَا yoktur
3 تَثْرِيبَ kınama ث ر ب
4 عَلَيْكُمُ size
5 الْيَوْمَ bugün ي و م
6 يَغْفِرُ bağışlar غ ف ر
7 اللَّهُ Allah
8 لَكُمْ sizi
9 وَهُوَ ve O
10 أَرْحَمُ en merhametlisidir ر ح م
11 الرَّاحِمِينَ merhametlilerin ر ح م

قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, لَا تَثْر۪يبَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb, haberini ref eder.

تَثْر۪يبَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. عَلَيْكُمُ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. الْيَوْمَ  zaman zarfı  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. 

 يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ 

 

Fiil cümlesidir. يَغْفِرُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  fail olup damme ile merfûdur.  لَكُمْۘ  car mecruru  يَغْفِرُ  fiiline mütealliktir.  

 وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَرْحَمُ  haber olup damme ile merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır. الرَّاحِم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الرَّاحِم۪ينَ۟  ; sülâsî mücerredi  رحم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَرْحَمُ  ism-i tafdil kalıbıdır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Hz.Yusuf’tur.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَا ‘nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَثْر۪يبَ , cinsini nefyeden  لَا ‘nın ismidir. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  عَلَيْكُمُ car mecruru ve  الْيَوْمَ  zaman zarfı, bu mahzuf habere mütealliktir. 

تَثْر۪يبَ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

لَا تَثْر۪يبَ  ifadesinde istiare sanatı vardır. İbarenin manası  لا تأنيب ولا لوم عليكم [Size azarlama ve kınama yoktur] şeklindedir.  الثرب ; midede ve işkembede bulunan ince yağdır. Emareleri parçalamak ve yüzün ihtişamını gidermek manasında müstear olmuştur. Çünkü yağ gidince bir deri bir kemik kalır ve hoş bir görünüm olmaz. Azarlama da böyledir, ayıplar ortaya çıkar. Ortak yön; kemâlden sonraki eksikliktir. (https://tafsir.app/aljadwal/12/92)

لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ  (Size azarlama, paylama, tekdir yoktur) cümlesindeki  تَثْر۪يبَ  kelimesi, işkembeyi kaplayan yağ tabakası anlamındaki  ثرب  kelimesinden türemiştir. İfade, Hz. Yusuf ‘un kardeşlerini azarlamaktan vazgeçip onları affetmesi anlamındadır. Derinin yüzülmesine  تجليد ; tüylerinin yolunmasına/dökülmesine  تقريع  denildiği gibi… Çünkü tüylerin deriden dökülmesi zayıflığın son kertesidir. Bu ifade, şeref ve utanma duygusunu yok edici durumlarda mesel olarak kullanılır.

(İbarenin) anlamı şudur: Bugün size azarlama, paylama, tekdir yoktur; oysa ki bugün sizin azarlanmayı, paylanmayı, tekdir edilmeyi beklediğiniz bir gündü. (Abdülcelil Bilgin, Kur'an'daki Deyimler Ve Zemahşeri’nin Keşşaf'ı; Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

لَا تَثْر۪يبَ  ifadesi, mahiyeti nefyeder. Mahiyetin nefyedilmesi ise mahiyetin fertlerinin tamamının yokluğunu iktizâ eder. Böylece bu ifade, bütün vakitleri ve durumları içine alan bir nefy cümlesi olmuş olur. Buna göre sözün takdiri;  اليوم حكمت بهذا الحكم العام المتناول لكل الأوقات والأحوال [Bugün bütün vakit ve durumları içine alan genel bir hüküm verdim" şeklinde olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ 

 

Fasılla gelen cümle dua hükmünde istînâfiyedir. Hz. Yusuf’un sözlerinin devamıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberî isnad olmasına rağmen cümle dua manasındadır. Bu nedenle muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Dolayısıyla, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tazim ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

يَغْفِرُ - تَثْر۪يبَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı manevi,  لَكُمْۘ - عَلَيْكُمُ  car-mecrurları arasında ise tıbâk-ı icâb sanatı vardır. 


وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi, atıf harfi وَ ’ la makabline atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsned olan  اَرْحَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Müsnedin veciz ifade kastıyla gelen  اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ  şeklindeki izafet formu, müsnedün ileyhin de tazimine işaret eder.

اَرْحَمُ - الرَّاحِم۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَغْفِرُ  ve  اَرْحَمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatI vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Yusuf Sûresi 93. Ayet

اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يراًۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟  ...


Bu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, gözleri açılsın ve bütün ailenizi bana getirin” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اذْهَبُوا götürün ذ ه ب
2 بِقَمِيصِي benim gömleğimi ق م ص
3 هَٰذَا şu
4 فَأَلْقُوهُ koyun ل ق ي
5 عَلَىٰ üzerine
6 وَجْهِ yüzü و ج ه
7 أَبِي babamın ا ب و
8 يَأْتِ başlasın ا ت ي
9 بَصِيرًا görmeye ب ص ر
10 وَأْتُونِي ve bana gelin ا ت ي
11 بِأَهْلِكُمْ ailenizle birlikte ا ه ل
12 أَجْمَعِينَ bütün ج م ع

Yûsuf babasının, ağlamaktan gözlerinin göremez hale geldiğini öğrenince, kendi gömleğini götürüp babasının yüzüne koymalarını, böylece tekrar görecek duruma geleceğini söyledi. “Gözlerine boz gelmesi” göz yaşına boğulma değil de hastalık olarak anlaşılırsa, açılma olayı bir mûcize olarak kabul edilir. Bir başka yoruma göre de Hz. Ya‘kub’un gözlerine boz gelmesi psikolojik sıkıntıdan kaynaklanmaktadır. Yûsuf babasının üzüntü, sıkıntı ve sürekli olarak göz yaşı dökmekten görme duyusunun zayıfladığını anlamış ve bu sıkıntıyı gidermek üzere gömleğini babasına göndermiştir; Ya‘kub oğlunun sağ olduğu haberini aldığı ve gömleğini yüzüne sürdüğü takdirde olayın vereceği psikolojik rahatlık, sevinç ve mânevî güç, onun bedenini ve görme gücünü kuvvetlendirecek, gözleri görür hale gelecektir (Râzî, XVIII, 206).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 254

اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يراًۚ

 

Fiil cümlesidir.  اِذْهَبُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِقَم۪يص۪ي  car mecruru  اِذْهَبُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا  işaret ismi, بِقَم۪يص۪ي ‘ den bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْقُوهُ  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَلٰى وَجْهِ  car mecruru  اَلْقُوهُ  fiiline mütealliktir. اَب۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzaftır. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  يَأْتِ  cümlesi şartın cevabıdır.

يَأْتِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. بَص۪يراً  kelimesi  يَأْتِ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلْقُو  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi لقي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

أْتُون۪ي  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِاَهْلِكُمْ  car mecruru  أْتُون۪ي  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَجْمَع۪ينَ۟  kelimesi  اَهْلِكُمْ  için manevi tekid olup cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar.

Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.  Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.

Manevi te’kid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. Ayette manevi tekid şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يراًۚ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hz. Yusuf’un sözlerinin devamıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

هٰذَا  işaret ismi,  بِقَم۪يص۪ي ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır. Gömleğin önemini vurgulamaktadır.

Gitti manasındaki  ذْهَبُ  fiili, بِ  harf-i ceri ile kullanıldığında götürdü manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.

Bazı fiiller mef’ûllerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Veciz ifade kastına matuf  بِقَم۪يص۪ي  izafetinde, Hz. Yusuf’a aid zamire muzâf olan  قَم۪يص۪ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

Aynı üslupta gelen  اَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile  اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Veciz ifade kastına matuf  وَجْهِ اَب۪ي  izafetinde, Hz. Yusuf’a aid zamire muzâf olan  وَجْهِ  ve  اَب۪  tazim ve şeref kazanmıştır. 

Talebin cevabı olan  يَأْتِ بَص۪يراًۚ  cümlesi meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَص۪يراً  fiilin failinden haldir.

Emir, nehy, soru, temenni gibi talep bildiren durumlardan sonra başında  ف  harfi bulunmayan, karşılık ve sonuç (ceza) ifade eden bir muzari fiil geldiğinde söz konusu muzari fiil de meczûm olur. Çünkü o cümlede şart ve cezâ anlamı bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle talep bildiren cümleden sonraki muzari fiil, öncesindeki talebin karşılığı veya sonucudur. (Yunus İnanç Dr. Öğr. Üyesi, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı, Karaman) 

يَأْتِ بَص۪يراً  ifadesinde  بَص۪يراً  kelimesinin  يَأْتِ  fiiline isnad edilmesi aklî mecazdır.

يَأْتِ بَص۪يراً  cümlesinde istiare sanatı vardır. بَص۪يراً  kelimesi,  يَأْتِ  fiiline nispet edilerek kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Görmenin bir şahıs gibi gelecek olması durumun önemini artırmaktadır. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.


 وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘ la  …اِذْهَبُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ  (Ailenizi bana getirin.) ibaresinden sonra  اَجْمَع۪ينَ  kelimesi manevi tekid olarak ıtnâb sanatıdır. Yusuf (a.s)’ın ailesine olan özlemini vurgulamak açısından dikkate değerdir.

يَأْتِ  fiili  ب  harf-i ceri ile kullanıldığında ‘getirmek’ manasına gelir. Arapçada fiillerin harfi cerle manalarının değişmesi tazmin sanatıdır.

أْتُون۪ي - يَأْتِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

أْتُون۪ي بِ - اِذْهَبُوا بِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.

بِاَهْلِكُمْ - اَب۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Aileden murad, Yakub (a.s) ile ailesinden sayılan kadınlar ve çocuklardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

Yusuf Sûresi 94. Ayet

وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ  ...


Kervan (Mısır’dan) ayrılınca babaları, “Bana bunak demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf’un kokusunu alıyorum” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ne zaman ki
2 فَصَلَتِ ayrılınca ف ص ل
3 الْعِيرُ kervan ع ي ر
4 قَالَ dedi ki ق و ل
5 أَبُوهُمْ babaları ا ب و
6 إِنِّي ben
7 لَأَجِدُ alıyorum و ج د
8 رِيحَ kokusunu ر و ح
9 يُوسُفَ Yusuf’un
10 لَوْلَا eğer
11 أَنْ
12 تُفَنِّدُونِ bana bunak demezseniz ف ن د

Hz. Yûsuf’un gömleğini getirmekte olan kafile, Mısır’dan ayrılıp Hz. Ya‘kub’un ülkesi olan Ken‘ân iline doğru yola çıkınca, Ya‘kub, kendisine getirilmekte olan gömleğin kokusunu uzaktan hissetti. Bu olayın nasıl meydana geldiği konusunda bazı müfessirler, Allah’ın, bu kokuyu bir mûcize olmak üzere o kadar uzak mesafeden Hz. Ya‘kub’a ulaştırdığı yorumunu yapmışlardır. Elmalılı Muhammed Hamdi bu husustaki yorumları verdikten sonra şöyle der: Hangi şekilde olursa olsun, bu olayın hârikulâde ilâhî bir tervih (kokuyu hissettirme) olduğunda hiç şüphe yoktur. 

Zamanımız ilim felsefesi, bu gibi olağan üstü ruhî olayları açıklayamamakla beraber, inkâr da etmeyip telepati (aracısız iletişim) adı altında tasnif ve mütalaa etmektedir. Acizane kanaatimize göre bu âyet, bize yalnız ruh ilimleri ve mûcize cinsinden bir harikayı tesbit ile kalmıyor, bugünkü teknolojik gelişme açısından dikkate değer ilhamlar da veriyor. Zira görülüyor ki rayiha yani koku kelimesi, rîh yani ‘rüzgâr’ anlamına gelen bir kelime ile ifade buyuruluyor. Bu kelimede ‘iletme’ anlamı daha belirgindir. Halbuki yukarıda da söylediğimiz gibi kafilenin Mısır’dan ayrıldığı anda Ya‘kub’un duyu merkezine bu kokunun ulaşması rüzgâr hızından daha hızlı bir iletişimle olmuştur. O halde, meseleyi kimya veya atom fiziği sahasında izleyerek ses naklinden daha ince bir kanun ile koku kuvveti ve hareketinin zaptedilmesi ve nakledilmesinin dahi elektrik akımından yararlanarak mümkün olabileceği sonucuna varabileceğiz demektir. Gerçi Ya‘kub’un kokuyu duyması fennî bir olay değil, mûcizevî bir olaydır. Ancak âyetin ifadesinden açıkça ortaya çıkan mâna, bu kokunun rüzgâr içinde duyulması ve gömleği taşıyan müjde kafilesinin Mısır’dan ayrıldığı sırada iletilmiş olmasıdır. Bu ise kokunun da havadan bir telsizle şimşek gibi naklinin ve iletilmesinin mümkün olabileceğini, yaratılışta bunun da gizli bir kanunu olabileceğini düşündürür. Şüphesiz ki bunun gerek Mısır’dan gönderilmesi, gerekse böyle bir hızlı titreşimin Ya‘kub tarafından algılanabilmesi ve o kokunun Yûsuf’a ait olduğunu kestirebilmesi, doğrudan doğruya ilâhî tasarrufu gösteren harikalardır. 

Gerek bu bakımlardan, gerek Yûsuf ile Ya‘kub’un birer peygamber olmaları bakımından olay çok yönlü bir mûcizedir. Zira bir insanın yakınındaki birinin kim olduğunu kokusundan tanıyabilmesi bile olağan üstü bir meseledir. Ancak olayın bütünüyle tabiat kanunlarının üstünde bir mûcize olması, bununla ilgili birtakım tabiat kanunlarının mevcut olmasına engel değildir (bk. IV, 2921 vd.).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 255-256

وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّا   kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. فَصَلَتِ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَصَلَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. الْع۪يرُ  fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı  قَالَ اَبُوهُمْ ‘dur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَبُوهُمْ  fail olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan ref alameti  و ’dır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli,  اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اَجِدُ  cümlesi, اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَجِدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. ر۪يحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  يُوسُفَ  muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır.

لَوْلَٓا  cezm etmeyen şart edatıdır. اَنْ  ve  masdar-ı müevvel, mahzuf haberin mübtedası olarak mahallen merfûdur. Takdiri;  لولا تفنيدكم لي موجود  [Beni kınamasaydınız, bana bunak demeseydiniz, … vardır.] şeklindedir.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

تُفَنِّدُونِ  fiili,  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  لصدّقتموني  şeklindedir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْلاَ  ‘-meli/-malı, değil mi? ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak ‘bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir’. Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu) 

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.  b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

تُفَنِّدُونِ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فند ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ

 

وَ , istînâfiyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Önceki ayetle bu ayet arasında meskutun anh mevcuttur.

Şart üslubunda gelen terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, c. 7, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ [Kafile ayrılınca]  Şam'a gitmek üzere Mısır'dan çıkıp yola koyulunca demektir. Bu anlamda olmak üzere; "Ayrıldı, ayrılmak" denildiği gibi; "Onu ayırdım, ayırmak" diye de kullanılır. O halde bu fiil hem lâzım (geçişsiz), hem müteaddî (geçişli)dir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l- Kur’ân)

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek istikrar ve temekkün ifade eden şart cümlesi  فَصَلَتِ الْع۪يرُ ,  şart edatı  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ cümlesi, اِنّ۪ ‘nin haberidir. 

Müsnedin muzari fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade kastına matuf  ر۪يحَ يُوسُفَ  izafetinde, Hz. Yusuf’a muzâf olan  ر۪يحَ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

Hz.Yakub, çevresindekilerin inanmayacakları endişesiyle sözlerini, birden fazla tekidle pekiştirmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ve isnadın takrarı ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)


 لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ

 

Şart üslubundaki terkip, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَوْلَٓا ‘nın dahil olduğu  لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ  cümlesi şarttır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُفَنِّدُونِ  cümlesi, masdar teviliyle, takdiri  لولا تفنيدكم لي موجود (Sizin suçlamanız olmasa o var) olan mahzuf haber için mübteda konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَوْلَٓا ’nın, takdiri  لصدّقتموني  (Muhakkak beni tasdik ederdiniz) olan cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur. Cevabın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın hazfi, farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Ayette îcâz-ı hazif vardır.  لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ  şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Bu cevap şöyle takdir edilir: Beni tasdik edersiniz, yahut o yakındır, derim. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

تُفَنِّدُونِ  kelimesinde mütekellim zamiri hafiflik için hazfedimiştir. Vikaye olan  نِ  harfindeki kesra, buna işarettir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

İnkârî görünümünde (şüphesinde) olduğu için  لَٓا  ve  اَنْ  ile haber tekid edilmiştir. Bu sebeple arkasından  لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ  sözü gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

الفند :  التفنيد ‘de nispet etmek anlamında olup bu da yaşlılık sebebiyle bunamak, aklı bakımından gel-git olmak demektir ki bu, aşırı yaşlılıktan ötürü meydana gelen bir rahatsızlıktır. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)

Yusuf Sûresi 95. Ayet

قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ  ...


Onlar da, “Allah’a yemin ederiz ki sen hâlâ eski şaşkınlığındasın” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 تَاللَّهِ vallahi ا ل ه
3 إِنَّكَ elbette sen
4 لَفِي içindesin
5 ضَلَالِكَ şaşkınlığının ض ل ل
6 الْقَدِيمِ eski ق د م

قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul وَ ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  تَاللّٰهِ  ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَاللّٰهِ  car mecruru mahzuf kasem fiiline mütealliktir. Takdiri;  أقسم  (Yemin ederim) şeklindedir.  Kasemin cevabı  اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ ’dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي ضَلَالِكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْقَد۪يمِ  kelimesi  ضَلَالِكَ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

الْقَد۪يمِ  ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ  terkibi, yemin üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Kasem harfi  تَ  nedeniyle mecrur olan, muksemun bih  تَاللّٰهِ , takdiri  نقسم  (yemin ederiz)  olan mahzuf fiile mütealliktir. 

Kasemin cevabı olan  اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif vardır. لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ  car-mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

قَالُوا تَاللّٰهِ  (Tallahi dediler.) Arapçada  تَا  kasem için kullanılır. “Vallahi”, “billahi” gibi “tallahi” diyerek de yemin edilir.  بَا  ve  و  harfleri gibi yemin için kullanılan  تَا  ayrıca bir de hayret ve taaccüp anlamı ifade eder. Türkçede biz bunu fark etmeyiz de ancak  تَا  ile  و ’ı birlikte kullanarak “tevallahi” denildiği zaman bir hayret manası anlarız. Onun için “tallahi” şeklinde olan yeminleri Arapçadan Türkçeye tercüme ederken bu yolu seçmek uygun olur. 

Yani “tevallahi” dediler gerçekten siz de bildiniz, bizi yakından görüp tanıdınız, kim olduğumuzu öğrendiniz, hakkımızda bilgi edindiniz ki biz bu yerde (yani Mısır toprağında) fesatçılık yapmak, (ahlâksızlık etmek) için gelmedik, biz hırsız da değiliz. Yani bizim kim olduğumuz sizce ve hükümetinizce bilinip dururken böyle bizi hırsızlıkla itham edip suçlamanız ne kadar acayip bir şey? Buna şaştık kaldık doğrusu! (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  ضَلَالِكَ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Durumu mübalağa ile ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

الْقَد۪يمِ  kelimesi  ضَلَالِكَ  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

ف۪ي  harf-i ceri asıl olarak maddi şeyler için zarfiyet manasındadır. Burada hissi bir konuda kullanılması tebei istiare oluşturmuştur. Yakub (as)’ın durumu zarfa benzetilmiştir. Câmî’ her ikisinde de mevcut olan mutlak irtibat ve alakadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümleleri, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid lamı diye isimlendirilen lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)

Buradaki  ضَلَا ل  kelimesinin yakın anlamı şaşkınlık ve yoldan çıkma, uzak anlamı ise sevgidir. Zihinde ilk olarak sapıtmayı çağrıştıran bu kelimeyi kullanarak babalarının sevgisini örten Yusuf’un (a.s) kardeşleri, Yakub’un (a.s) oğluna tutkusunu arka plana iterek ve kelimeye ilk anlamını yükleyerek onu bir hata ve yanlışa sürüklenme ile nitelemişlerdir. Yusuf’u (a.s) bize tercih etme yanlışını yapmaya devam ediyorsun demişlerdir. Fakat kullandıkları ifadeyi aynıyla Kitabına alan Rabbimiz, kelimenin uzak anlamıyla “Sen hala Yusuf’a olan o sevgini devam ettiriyorsun” diyerek Yakup’un çocuklarının içinde bulundukları yanlışı yine o kelimeye yüklediği tevriye ile anlatmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

Bu ayette tevriye sanatı vardır.  ضَلَال  kelimesi yakın anlamı olan sapkınlık değil, uzak manası olan aşırı sevginin sebep olduğu şaşkınlık manasındadır. Buna da önceki ayet delalet eder. Önceki ayette Hz. Yakub “Bana bunak demezseniz Yusuf’un kokusunu alıyorum” demişti. Etrafındakiler de Yusuf’un öldüğünü sandıkları için Hz. Yakub’un ona olan sevgisinden ve özleminden şaşkına döndüğünü ifade etmek istemişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ  [Vallahi sen hala şaşkınlığındasın!] cümlesinde kardeşler sözlerini yemin,  اِنَّ  ve  لَ  edatlarıyla pekiştirdiler. Pekiştirici edat türleri arka arkaya geldiği için bu tür ifadeye edebiyatta ‘’haber-i inkâri‘’ denir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Ayetteki ”dalalet", iman ve hidayetin karşıtı olan dalâlet manasında değildir. Eğer Yakub'a bu manada sapkınlık isnad etselerdi, kendileri kâfir olurlardı. Buradaki dalâlet, hata ve şaşkınlık anlamındadır. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Günün Mesajı

Allah'ın rahmetinden ümit kesmemek ve kişinin yitirdiği eşya ya da şahısları araştırıp bulmaya çalışması gerekir.

Anne babaya itaat Allah'a ibadettir.

Yusuf'un as babasına ve kardeşine şefkati ve onlara yumuşak kalpli davranması dikkat çekici bir özelliktir.

Takva ve sabır başarılı olmanın ve dereceleri yükseltmenin sebeplerindendir.

Hatayı kabul etmek bir mertliktir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Derler ki, kimi insan vardır, gönlü hep bir ağıt yakar. Elde edemediklerinin peşinden koşar durur. Yanındakilere, sanki pencerenin dışından bakar. Elinde olup da kıymetini bilemediği her kaybının arkasından ağlar. Gelecekle geçmişinin arasında mekik dokuduğu için; şimdi, parmaklarının arasından akar gider. Acabalarıyla, keşkelerini yorganı yaptığından dolayı üşür. Aynı hatanın etrafında, bir pervane gibi döner durur. Eninde sonunda geleceğini bildiği ölümü; yaşamaktansa, beklemeyi seçer.

Hz. Yakub’un oğullarına verdiği nasihati ile aklı başına gelir. ‘Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü inkâr edenlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez!’ Yıllardır ayrılmadığı yorganını üstünden atar. Kaybettiklerinin ve kavuşamadıklarının çığlıklarına kulaklarını tıkar. Şükretmenin ve ümit etmenin lezzetine varır. Huzuru yanlış yerlerde aradığını keşfeder. Geçmişinden geleceğe, her olanın ve her olmayanın ardında gizlenen bir sebebin varlığını kavrar. Geç mi kaldık vesveselerine aldırmadan, şimdi’yi değerlendirmek için koşar. Çünkü bilir ki aldığı her nefes, geç kalmadığının alametidir. Ve bu defa bu alametleri harcamaya niyeti yoktur.

Rabbim! Huzuru ve mutluluğu, doğru zaman ve yerlerde aramamda yardımcım ol. Bilmediğim ve hakkımda hayırlı olmayacakları istemekten. Heyecanına kapılıp, resmin küçük bir parçasının güzelliğine aldanıp, cahilce kararlar almaktan Sana sığınırım. İstemeyi nasip eden Rabbim, dilime ve gönlüme; hakkı ve hayrı istet. Hakkımda hayırlı olanı gözüme güzelleştir, gönlüme ısındır. Hayırsız olanı gözüme çirkinleştir, gönlümden uzaklaştır.

Amin.

***

Haksızlığa uğradığını düşünen kişilerin verdiği nefsani tepkiler ortaktır. Öfke ve üzüntü gibi duygular ile onlardan doğan düşünceler kişiyi haklılığında emin kılar ve harekete geçmesi için acele ettirir. Aklındakilerle hissettiklerini olduğu gibi ya da farklı bir kılıfla paylaştıktan sonra karşı tarafın haksızlığını itiraf etmesini bekler. 

Herkes küçük ya da büyük haksızlığa uğrar. Hatta kendisi de kimi haksızlıklara bulaşır. Belki insanı belli bir olgunluğa ulaştıran; haksızlıklar karşısında doğru tepkileri vermeyi öğrenmesidir. Haklılığını savunması gerektiği bir gerçek ile özünde görmezden gelebileceği önemsiz bir mesele arasındaki farkı bilmesidir. Sadece kendisini ilgilendiren durumlarda değil, alenen yapılan zulümlere karşı sesini yükseltmesidir. Haklı olduğunu duyma sevdasına kapılıp intikam almaktan öte, doğru sebeplere dayanarak doğru adımlar atmasıdır. Doğru tepkilerden sonra yapılanları şahsına yorumlamak yerine haksızlığı yapan kişiye bırakmayı bilmesi ve bu anıyı peşinden sürüklemek yerine o kişiyi de Allah’a teslim edip yoluna devam etmesidir.

Yaş ilerledikçe, insan evladının kafa yapısı değişir ve tek başına haklı olduğunu duymanın dışında bir gerçeğe ihtiyaç duyduğunu farkeder. Kalbine, Allah’a olan sarsılmaz güven duygusunu ve O’ndan hiçbir konuda ümit kesmemeyi yerleştirmeyi arzular. Zira bazı yaraları Allah’tan başkasının saramayacağını ve dünyalık hiçbir nimetin, Allah katındaki mükafatların yerini tutamayacağını bilir. Kendisine itiraf etmekten hoşlanmasa bile insan olarak kendisinin de birçok haksızlığa yakın olduğunu, Allah’ın emirleri karşısında haddini bilmesi gerektiğini ve ne olursa olsun affedilme umuduna ihtiyaç duyduğunu kabul eder.

Ey Allahım! Haksızlığı yapan ile haksızlığa uğrayanın halini en iyi bilensin. Haksızlığa uğramaktan, haksızlık yapmaktan ve herhangi bir haksızlığa dahil olmaktan muhafaza buyur. Haksızlık yapmaya alışmışın ahlaksız haline benzemekten ve böylesinin şerrinden muhafaza buyur. Yapılması gerekenlerin ardından dünyalık hırsları birer yük gibi taşımaktansa tam bir teslimiyet ile Sana havale edenlerden eyle.

Ey Allahım! Kelamında buyurduğun üzere hz. Yusuf kardeşlerine şöyle demişti: “Bugün yaptıklarınız yüzünüze vurulmayacak, Allah sizi affetsin! O merhametlilerin en merhametlisidir.” Mahşer günü bizi buna benzer bir müjde ile karşılaşanlardan ve affına mazhar olanlardan eyle. Hz. Yakub’un hz. Yusuf’un kokusunu aldığı gibi bizi de cennet kokusunu alanlardan ve cennet nimetlerine kavuşanlardan eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji