27 Aralık 2024
Yunus Sûresi 107-109 / Hûd Sûresi 1-5 (220. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yunus Sûresi 107. Ayet

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  ...


Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 يَمْسَسْكَ sana verirse م س س
3 اللَّهُ Allah
4 بِضُرٍّ bir sıkıntı ض ر ر
5 فَلَا yoktur
6 كَاشِفَ giderecek ك ش ف
7 لَهُ onu
8 إِلَّا başka
9 هُوَ O’ndan
10 وَإِنْ ve eğer
11 يُرِدْكَ senin için dilerse ر و د
12 بِخَيْرٍ bir iyilik خ ي ر
13 فَلَا yoktur
14 رَادَّ geri çevirecek ر د د
15 لِفَضْلِهِ O’nun lütfunu ف ض ل
16 يُصِيبُ verir ص و ب
17 بِهِ bunu
18 مَنْ kimseye
19 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
20 مِنْ -ndan
21 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
22 وَهُوَ ve O
23 الْغَفُورُ bağışlayıcıdır غ ف ر
24 الرَّحِيمُ merhamet edicidir ر ح م

104-109.Ayetlerin Tefsiri;

Peygamberlerin görevi Allah tarafından bildirileni olduğu gibi insanlara tebliğ etmek ve ilâhî mesajın doğru anlaşılması için gereken çabayı sarfedip insanları aydınlatmaya çalışmaktır (105. âyetteki “hak din” diye çevirdiğimiz “hanîf” kelimesinin açıklaması için bk. Bakara 2/135). İnsan bir taraftan kendi sorumluluğunu göz ardı etmeden üzerine düşeni yerine getirmeye çalışırken, bir taraftan da hiçbir güç ve iradenin yüce Allah’ın güç ve iradesine sınır getiremeyeceğinin bilincinde olmalı ve yalnız O’ndan yardım dilemeli, O’na sığınmalıdır.

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَمْسَسْكَ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  fail olup damme ile merfudur. بِضُرٍّ  car mecruru  يَمْسَسْكَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb, haberini ref eder.  

كَاشِفَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olarak fetha üzere mebni, mahallen mansubdur.  لَهُٓ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.

اِلَّا  istisna harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi: başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَاشِفَ  kelimesi sülâsî mücerredi كشف  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُرِدْ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِخَيْرٍ  car mecruru  يُرِدْ  fiiline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir

لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَٓادَّ  kelimesi  لَا ’nın ismi olarak fetha üzere mebni, mahallen mansubdur. لِفَضْلِ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يُرِدْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

رَٓادَّ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ردد  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir.  يُص۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِه۪  car mecruru  يُص۪يبُ  fiiline mütealliktir. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mef’ûlu bihi mahzuftur. Takdiri, إصابته أو ضرّه  şeklindedir. مِنْ عِبَادِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُص۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.


وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْغَفُورُ  haber olup damme ile merfûdur. الْغَفُورُ  ikinci haber olup damme ile merfûdur.

الْغَفُورُ -  الرَّح۪يمُ  kelimeleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Ayetin öncesindeki insanlara hitaptan, müfred muhatab zamire dönülmesinde iltifat sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi müminleri uyarmak ve emre itaate teşvik amacına matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

بِضُرٍّ  bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ  cümlesinde istiare sanatı vardır. مَسَّ  kelimesi, aslında elini bir cisim üzerine koymaktır. İsabet veya hafif bir isabet için müstear olmuştur. Allah’ın imtihan için bir kimseye zarar murad etmesi, bir şeyin dokunularak etkilenmesine benzetilmiştir. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır. Sebep-müsebbep alakasıyla mecazı mürseldir.

مَسَّ  fiili azlığa, بِضُرٍّ  kelimesindeki nekrelik, muayyen olmayan cinse, kesrete ve kıllete işaret eder.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَ , cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. كَاشِفَ , cinsini nefyeden  لَا ’nın ismidir. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  لَهُٓ  ’nun müteallakı olan  لَا ’nın haberi mahzuftur.

اِلَّا  istisna edatı, müstesna olan  هُوَ  ise cinsini nefyeden  لَا ‘nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.

Nefy harfi  لَا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr, cümleyi tekit etmiştir. Kasr,  لَا ’nın ismiyle bedel arasındadır.  كَاشِفَ  maksur- sıfat, هُوَ  maksurun aleyh- mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani ‘Sadece kâşif olan odur, başka kâşif yoktur’ demektir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

كَاشِفَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden kasrla tekit edilmiş isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ, zarar dokundurmadan bahsedince, bu zararı kendisinden başka giderecek kimsenin bulunmayacağını da beyan etmiştir ki bu, O’nun zararları gidereceğine delalet eder. Çünkü, olumsuzluktan yapılan istisna, isbat ifade eder. O, hayrı zikrederken de, “ben onu def ederim” dememiş, aksine “Kimse onu geri çeviremez” demiştir ki bu da hayrın zat gereği matlub, şerrin de arızî olarak matlub olduğuna delalet eder. Nitekim Cenab-ı Hak, bir hadis-i kudsîsinde, “Rahmetim, gazabımı geçmiştir” demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

المَسُّ  kelimesi hakikatte elini bir cisim üzerine koymaktır. Burada isabet manasında mecaz-ı mürsel olarak kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


 وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. 

Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan يُرِدْكَ بِخَيْرٍ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

يُرِدْكَ  fiiline müteallik olan  بِخَيْرٍ  car-mecrurundaki nekrelik, muayyen olmayan cinse, kesrete ve kıllete  işaret eder.

خَيْرٍ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪ۜ , cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. رَٓادَّ , cinsini nefyeden  لَا ’nın ismidir. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  لِفَضْلِه۪ۜ  car-mecrurunun müteallakı olan  لَا ’nın haberi, mahzuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

لِفَضْلِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.

يُرِدْكَ  ve  رَٓادَّ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır.

ضُرٍّ - خَيْرٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ضُرٍّ - خَيْرٍ  kelimelerinin nekre gelişi azlık ve çokluk için yerinde, isabetli bir neviyyet içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ  ve  وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ  cümleleri arasında hoş bir mukabele sanatı vardır. Bu da edebi sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِه۪  [Eğer sana bir hayır isterse reddedecek yoktur, def edecek de yoktur O’nun lütfunu] sana murad ettiği şeyi. Belki de her ikisi birbirine bağlı olmakla beraber hayırla birlikte iradeyi, zararla beraber de dokunmayı zikretmesi şuna dikkat çekmek içindir ki, hayır doğrudan murad edilmiştir, zarar ise onlara dolaylı olarak dokunmuştur.  لِفَضْلِه۪ ‘ın zamir yerine kullanılması şunu göstermek içindir ki Allah onlara murad ettiği hayrı lütfundan vermektedir, hak ettikleri için değil. Bundan istisna da yapmamıştır çünkü Allah'ın muradını çevirmek mümkün değildir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)


يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِه۪  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

يُص۪يبُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مِنْ عِبَادِه۪ۜ  car-mecruru, sıla cümlesindeki mahzuf aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Zamirin ve halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  عِبَادِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

يُص۪يبُ بِه۪  ifadesinde istiare sanatı vardır.  بِه۪ ‘deki zamirin aid olduğu  خَيْرٍ , isabet etme manasındaki  يُص۪يبُ  fiiline isnad edilerek, hedefine ulaşan bir oka benzetilmiştir. Bu mübalağalı üslupta tecessüm sanatı da vardır.

Ayetteki muzari fiiller, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada sarih olarak isabet (başa getirmek, ulaştırmak) fiilinin kullanılması, hayır tarafına daha önem verdiğini göstermek içindir. Yani Allah (c.c) kullarından dilediği kimseyi kendi lütfundan sınırsız ve muntazam hayırlara erdirir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

Ayetin son cümlesi  يُص۪يبُ بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْغَفُورُ -  الرَّح۪يمُ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümle, mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)

الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ - خَيْرٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Yunus Sûresi 108. Ayet

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ  ...


De ki: “Ey insanlar, size Rabbinizden gerçek (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola girerse, ancak kendisi için girer. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Ben sizden sorumlu değilim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا أَيُّهَا ey
3 النَّاسُ insanlar ن و س
4 قَدْ muhakkak
5 جَاءَكُمُ size gelmiştir ج ي ا
6 الْحَقُّ hak ح ق ق
7 مِنْ -den
8 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
9 فَمَنِ kim
10 اهْتَدَىٰ hidayet bulursa ه د ي
11 فَإِنَّمَا şüphesiz
12 يَهْتَدِي hidayet bulmuştur ه د ي
13 لِنَفْسِهِ kendi yararına ن ف س
14 وَمَنْ ve kim de
15 ضَلَّ sapıtırsa ض ل ل
16 فَإِنَّمَا şüphesiz
17 يَضِلُّ sapıtmıştır ض ل ل
18 عَلَيْهَا kendi aleyhine
19 وَمَا değilim
20 أَنَا ben
21 عَلَيْكُمْ sizin üzerinize
22 بِوَكِيلٍ bir vekil و ك ل

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli,  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir.  النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup damme ile merfûdur. Nidanın cevabı, قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ  ‘dir.  

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ  fail olup damme ile merfudur. مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  جَٓاءَكُمُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde   اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنِ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اهْتَدٰى  şart fiili olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  إنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  ما  demektir.

يَهْتَد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لِنَفْسِه۪  car mecrur  يَهْتَد۪ي  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org

يَهْتَد۪ي  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدي ‘dir.

İftial babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda  مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

ضَلَّ  şart fiili olup, fetha üzerine mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  إنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  ما  demektir.

يَضِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهَا  car mecruru  يَضِلُّ  fiiline mütealliktir.


وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ

 

وَ  atıf harfidir. مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.

اَنَا۬  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكُمْ  car mecruru  وَك۪يلٍ ‘e mütealliktir.  بِ  harf-i ceri zaiddir.  وَك۪يلٍ  lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.

Zaid olan  مِنْ  harfi ceri  لَيْسَ ’ye benzeyen  مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak manası) ifade eder. Buradaki zaid olan  مِنْ  harfi cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına  لَيْسَ ’ye benzeyen nefy  مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَك۪يلٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَٓا  nida edatı,  اَيُّ  münadadır.  هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder. 

النَّاسُ , münadadan bedeldir. atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Nidanın cevabı olan  قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ  cümlesi, قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber, talebî kelamdır. 

قَدْ , mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder. 

Önceki ayetteki lafz-ı celâlden Rab ismine geçişte iltifat sanatı vardır. 

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكُمْ  izafetinde, muzâfun ileyh olan  كُمْۚ  zamirinin ait olduğu kişiler şan ve şeref kazanmıştır.

جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ , ifadesinde  الْحَقُّ  kişileştirilmiştir. Ölüm, bir şahıs özelliği olan uyarma anlamındaki حَذَرَ ‘ya izafe edilerek iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Bu ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır. 

جَٓاءَكُمُ  fiilinin  الْحَقُّ ‘ya isnad edilmesi istiare sanatıdır. Hak, canlılara mahsus olan gelmek fiilinin faili yapılarak, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Hak, iradesiyle hareket eden bir kişiye benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. 

Allah’tan bir tebliğ olduğuna uyarmak için  قُلْ  ile başlamıştır. Bu tebliği almaya O daha layıktır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ 

 

Şart üslubunda gelen terkip  فَ  atıf harfiyle nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber cümlesinden inşâ cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Şart cümlesi olan  مَنِ اهْتَدٰى , İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Şart ismi  مَنِ , mübtedadır. 

Haber konumundaki  اهْتَدٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

فَ  karinesiyle gelen  فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪  cümlesi şartın cevabıdır. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiille car mecrur arasındaki kasr,  يَهْتَد۪ي  maksûr/sıfat,  لِنَفْسِه۪  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Hidayet üzere olmanın, insanın sadece kendi menfaatine olduğu  vurgulanmıştır. 

Aynı üslupta gelen  وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat, ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. 

Şart cümlesi olan  مَنْ ضَلَّ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Şart harfi olan  مَنِ  mübtedadır.

Haber konumundaki  ضَلَّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فَ  karinesiyle gelen  فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا  cümlesi şartın cevabıdır. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille car mecrur arasındadır.  يَضِلُّ  maksûr/sıfat,  عَلَيْهَا  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan birbirine atfedilmiş iki terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümleler, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ  cümlesiyle  وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ  cümlesi arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.

اِنَّمَا  ve  مَنِ ’lerin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr,  ضَلَّ - يَضِلُّ  ve  يَهْتَد۪ي - اهْتَدٰى  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. Ayrıca maziden muzariye geçişte iltifat sanatı vardır.

Ayetteki muzari fiiller, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلَيْهَاۚ - لِنَفْسِه۪ۚ  ve  ضَلَّ - اهْتَدٰى  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette iki kez  اِنَّمَا  edatı ile gelen kasr üslubu ifadeye kuvvet kazandırmıştır.

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ tevhid, nübüvvet ve ahiretle ilgili delilleri iyice izah edip, bu surenin sonunu da yaratma, yoktan var etme, tekvîn ve ibdâda zatının tek olduğuna delalet eden bu açıklamalarla süsleyince, bu sureyi çok kıymetli ve yüce olan bu ifadelerle hitama erdirmiştir. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ

 

Ayetin son cümlesi nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Müsned olan  بِوَك۪يلٍ ’deki  tekid ifade eden  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْكُمْ car-mecruru, konunun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için amili olan  بِوَك۪يلٍ ’ e takdim edilmiştir. 

Fiil gibi amel eden  بِوَك۪يلٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِوَك۪يلٍ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid  بِ  harfi de olumsuzluk anlamını artırmıştır. Bunun hiç bir ihtimali olmadığını ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Olumlu cümlelerde  لِ  harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَٓا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfinin de tekid bildirdirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Menfi isim cümlesiyle gelmesi, bu hükmün kalıcılığına ve her halükârda istikrarlı olduğuna delalet etmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Berâat-i intehâ mahiyetindeki bu ayet, surenin sonuna işaret etmektedir.

Yunus Sûresi 109. Ayet

وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ  ...


(Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّبِعْ uy ت ب ع
2 مَا şeye
3 يُوحَىٰ vahyedilen و ح ي
4 إِلَيْكَ sana
5 وَاصْبِرْ ve sabret ص ب ر
6 حَتَّىٰ kadar
7 يَحْكُمَ hükmünü verinceye ح ك م
8 اللَّهُ Allah
9 وَهُوَ ve O
10 خَيْرُ en hayırlısıdır خ ي ر
11 الْحَاكِمِينَ hüküm verenlerin ح ك م

وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبِعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوحٰٓى  'dır. Îrabtan mahalli yoktur.

يُوحٰٓى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  اِلَيْكَ  car mecruru يُوحٰٓى  fiiline mütealliktir. اصْبِرْ  fiili, atıf harfi  وَ ‘la  اتَّبِعْ  fiiline matuftur. 

اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَحْكُمَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, حَتّٰى  harf-i ceri ile اصْبِرْ  fiiline mütealliktir.

يَحْكُمَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olarak damme ile merfûdur. 

حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Ayette harf-i cer şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اتَّبِعْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.  

يُوحٰٓى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْحَاكِم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْحَاكِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerredi  حكم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاتَّبِعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … قُلْ  cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اتَّبِعْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘ nın sılası olan  يُوحٰٓى اِلَيْكَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın, gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يَحْكُمَ اللّٰهُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup حَتّٰى  ile  اصْبِرْ fiiline mütealliktir. Muzari fiil hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayet-i kerimede tabi olunacak şey ve sabredilecek konular açıkça söylenmemiştir. Bu da merak uyandırıp düşünmeye sevk eder.

Ayetin sonunda müştakı zikredilen  يَحْكُمَ  kelimesinde, bir sözü, kelamın başını işitenin sonunu anlayacağı şekilde getirmek olan irsâd sanatı vardır.

Kur’an'ın insanlara ulaşımının, gelmek; Peygamberimize (s.a.v) ulaşımının vahiy olarak ifade edilmesi, iki mertebe arasındaki uzak farka dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)


وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Bu cümlenin lafz-ı celâlden hal olduğu da söylenmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned az sözle çok anlam ifade yollarından biri olan izafet şeklinde gelmiştir. 

Faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuf  خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ  izafetinde, خَيْرُ  sıfat olmasına rağmen  الْحَاكِم۪ينَ ‘nın önüne geçmiş ve mevsufuna muzâf olmuştur. ‘En hayırlı hakim’ yerine, [Hükmedenlerin en hayırlısı] buyurulmuştur. Bu ifadede bir vurgu vardır. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)

خَيْرُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

الْحَاكِم۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

يَحْكُمَ  ve  الْحَاكِم۪ينَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.] ifadesine, Allah Teâlânın, adaletle hatasız olarak hükmedeceği beyan edilirken, müşriklerin ceza, müminlerin mükafat göreceği anlamı idmâc edilmiştir. Tehdit ve ümit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl, bir fikri pekiştirmek veya daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla söz ve anlamca ya da sadece anlam bakımından ona benzer olan bir ifadenin getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

الْحَاكِم۪ينَ ‘deki marifelik, tezyîl karînesiyle istiğrak içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Kur’an-ı Kerim’in bütün surelerinde olduğu gibi Yunus Suresinin de son ayetleri hüsn-i intihâ sanatının mükemmel örneğidir.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî İlmi)

 
Hûd Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 123 âyettir. Sûre, adını içinde söz konusu edilen Hûd peygamberden almıştır. Sûre de başlıca tevhit, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve ceza konuları ele alınmakta ve bunlar bazı peygamberlerin kıssalarıyla desteklenmektedir.
Mushaftaki sıralamada on birinci, iniş sırasına göre elli ikinci sûredir. Yûnus sûresinden sonra, Yûsuf sûresinden önce Mekke döneminin son bir yılı içinde nâzil olmuştur. 12, 17 ve 114. âyetlerinin Medine’de indiği yolundaki görüş müfessirlerin çoğunluğunca kabul edilmemiştir (İbn Âşûr, XI, 311; Reşîd Rızâ, XII, 2; Ateş, IV, 291).
Hûd sûresi hem üslûp hem de içerik bakımından bir önceki Yûnus sûresiyle büyük bir benzerlik göstermektedir. Bu sûrede de ağırlıklı olarak Allah’ın varlığı, birliği, O’nun iradesinin peygamberleri aracılığıyla vahyedildiği gerçeği ve peygamberlik olgusunun gelmiş geçmiş toplumlardaki görünümü ele alınmakta, bazı peygamberlerin kıssalarına Yûnus sûresinde özet olarak, burada ise daha geniş bir şekilde yer verilmektedir. Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhim, Lût, Şuayb ve Mûsâ peygamberlerin kıssaları anlatılmakta; Kur’an’ın mûcize oluşu, öldükten sonra dirilme, hesap ve âhiret hayatıyla ilgili konulara yer verilmektedir.
Hz. Peygamber, “Cuma günü Hûd sûresini okuyunuz” (Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 17) buyurarak sûrenin faziletine, “Hûd sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı” meâlindeki hadisiyle de ağır sorumlulukları hatırlatan bir içeriğe işaret etmektedir. Hûd sûresinin kardeşleri aynı hadisin devamında “Vâkıa, Hâkka, Mürselât, Nebe’ ve Tekvîr” sûreleri olarak belirtilmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 57/3297; ayrıca bk. Şevkânî, II, 544; Kurtubî, XI, 1). Bu sûrelerde çok etkileyici bir üslûpla daha önceki peygamberlerin tevhid mücadelesinden kesitler verilmiş ve kıyamet sahnelerinin tasvir edilmiş olmasının Resûlullah’ı kendi sorumluluğu ve özellikle ümmetinin geleceği açısından derinden düşündürmüş olduğu anlaşılmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hûd Sûresi 1. Ayet

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ  ...


1-2. Ayetler Meal  :   
Elif Lâm Râ.Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır. (De ki:) “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الر Elif Lâm Râ
2 كِتَابٌ bir Kitap’tır ك ت ب
3 أُحْكِمَتْ sağlamlaştırılmış ح ك م
4 ايَاتُهُ ayetleri ا ي ي
5 ثُمَّ sonra
6 فُصِّلَتْ etraflıca açıklanmış ف ص ل
7 مِنْ
8 لَدُنْ tarafından ل د ن
9 حَكِيمٍ hikmet sahibi ح ك م
10 خَبِيرٍ ve her şeyden haberdar خ ب ر
Bazı sûrelerin başında bulunan “elif-lâm-râ” ve benzeri harflere “hurûf-ı mukattaa” adı verilmektedir (bu harfler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/1).
 Âyet, bu kitabın yani Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir insan tarafından ortaya konmuş bir eser olmadığını, bilâkis hikmetiyle her şeyi yerli yerinde yapan ve ilmiyle her şeyden haberdar olan yüce Allah tarafından sağlam bir şekilde tanzim edilmiş ve açıklanmış bir kitap olduğunu ifade etmektedir. Âyetlerin sağlam kılınmasından maksat, onların hem lafız hem de anlam bakımından bozukluk, eksiklik, noksanlık ve çelişkiden uzak olmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm gerek lafız gerekse anlam bakımından Arap dili ve edebiyatının şaheseri olup benzerini getirmeleri için insanlığa meydan okuduğu halde nüzûlünden günümüze kadar benzeri ortaya konamamış; hiçbir kimse ikna edici bir delil göstererek onun ifadelerinde bozukluk veya çelişki bulunduğunu söyleyememiştir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/23; Yûnus 10/38).
 Bir görüşe göre âyetlerin sağlam kılınmasından maksat, onların başka bir kitap tarafından neshedilmemiş (hükmü değiştirilmemiş, kaldırılmamış) olmasıdır. Buna karşılık Tevrat, İncil ve benzeri ilâhî kitaplardan, önce inmiş olanın birçok hükmü bir sonrakiyle neshedildiği gibi Kur’an ile de neshedilmiştir.
 Âyetlerin “açıklanmış” olması müfessirler tarafından başlıca üç şekilde yorumlanmıştır: a) Kur’an’ın sûrelere, sûrelerin âyetlere; âyetlerin de emir, nehiy, helâl, haram, sevap, günah, ceza ve benzeri çeşitli alanlarla ilgili hükümleri, öğüt, kıssa, haber, vaad ve uyarıları kapsayan içeriklere ayrılmış olması; Allah’ın varlığı ve birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilip Allah huzurunda toplanılacağına dair delilleri ihtiva etmesi; b) Kur’an âyetlerinde insanların dünya ve âhiret hayatlarında muhtaç oldukları şeylerin, helâl ve haramların ana hatlarıyla veya yerine göre ayrıntılı olarak açıklanmış olması; c) Kur’an âyetlerinin yirmi üç yılda ihtiyaçlara göre parça parça inmiş olması (geniş bilgi için bk. Şevkânî, II, 545; Elmalılı, IV, 2751).

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ

 

الٓـرٰ۠  Hurûf-u mukatta harflerindendir. İsim cümlesidir. كِتَابٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هذا القرآن (Bu Kur’ândır) şeklindedir. اُحْكِمَتْ  cümlesi, كِتَابٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.

اُحْكِمَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir.  اٰيَاتُهُ  naib-i fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. فُصِّلَتْ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Naib-i fail müstetir olup takdiri  هى ‘dir. مِنْ لَدُنْ  car mecruru  فُصِّلَتْ  veya  اُحْكِمَتْ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. حَك۪يمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَب۪يرٍ  kelimesi  حَك۪يمٍ ‘den bedel ya da onun sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman,  Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُحْكِمَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  حكم ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

فُصِّلَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

حَك۪يمٍ - خَب۪يرٍ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâet-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Kur’an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. İlk cümle olan  كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كِتَابٌ  kelimesi takdiri  هذا القرآن (Bu Kur’an ...) olan mahzuf mübtedanın haberidir.

كِتَابٌ , Kur’an-ı Kerim’den kinayedir.

كِتَابٌ  deki nekrelik, nev içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ  cümlesi,  كِتَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اُحْكِمَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Aynı üslupta gelen  فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍ  cümlesi, tertip ve terahî ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle  اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ  cümlesine atfedilmiştir.  Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

خَب۪يرٍ  kelimesi,  حَك۪يمٍ ‘den bedel veya onun için sıfattır. Bu iki kelime arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.

Ayetteki  فُصِّلَتْ  ifadesinin başındaki  ثُمَّ  edatı, zaman bakımından değil, durum bakımından sonralığı ifade eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

حَك۪يمٍ  ve  خَب۪يرٍ  kelimelerinin nekre oluşu kesret ve tazime delalet eder. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmişlerdir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

حَك۪يمٍ - اُحْكِمَتْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatlari vardır.

اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ  ibaresinde istiare vardır. Çünkü Kur’an ayetlerinin bir kısmında sevap ve cezaların, bazısında helal ve haramların zikredilmesi; keza önce bir vaat sonra bir tehdit, yine önce bir uyarı sonra bir müjde zikredilerek aynı üslubun devam etmesi sebebiyle Kur’an, benzer ve zıt mücevher taşları arasında kâh benzerlerin kâh zıtların uyumunun sağlandığı, mücevher dizisine belirli aralıklarla daha iri ve farklı mücevherlerin (fasıla) yerleştirildiği mükemmel dizilmiş (en-nezaîm el-mufassale) gerdanlıklara benzetilmiştir. Dizimin daha güzel, istifinin daha hoş olması için böyle yapılmıştır. Bu eşsiz istiarelerdendir. Ayetlerin gerdanlığa teşbihi ve gerdanlığa özgü tafsil ‘’in (fasılalı dizim) ayetlere isnat edilmesiyle istiare-i mekniyye-i tahyiliyye olur. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları)

Bu ayet-i kerimede kitap; güzel vasıflarla vasıflanmıştır ve bu nedenle de fiiller meçhul gelmiş, müsnedin ileyhler hazfedilmiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Kur’an-ı Kerim’de ayet sonlarında yer alan Allah’ın (c.c) sıfatlarını, içeriğin birebir yansıyor olması halinde leff-u neşr sanatı olmasını kabul etmek mümkündür. Bu ayetin takdiri aslında  أحكمها حكيم وفصّلها خبير  şeklindedir. (Âlûsî, Şihâbuddîn, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-’Azîm ve’s- Seb’i’l-  Mesânî)

(Bu kitap,) yani Kur'an-ı Hakîm ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından... Bu, kitabın sıfatlarındandır. Nitekim diğer sıfatı da, onun  اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ [ayetleri muhkem kılınmış]  bir kitap oluşudur. Bu sıfat, kitabın bizzat kendi değerini ortaya koyduğu halde, ilk sıfat, onu Allah'a nisbet etmektedir. Bu nisbet de ‘tarafından’ anlamına gelen  مِنْ لَدُنْ  kelimesiyle yapılmıştır. Bu kelime, aynı anlama gelen  عِنْدَ  kelimesinden farklıdır. Çünkü  لَدُنْ , en yakın anlam için, عِنْدَ  ise hem yakın, hem uzak için kullanılır... Evet, Allah ”Hakîm"dir, çünkü indirdiğini yerli yerince indirmiştir. ”Her şeyden haberdardır, ‘’Çünkü emrine uyanla yüz çevireni hakkıyla bilir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Hûd Sûresi 2. Ayet

اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَّا öyle ki
2 تَعْبُدُوا kulluk etmeyin ع ب د
3 إِلَّا başkasına
4 اللَّهَ Allah’tan
5 إِنَّنِي şüphesiz ben
6 لَكُمْ size
7 مِنْهُ O’nun tarafından
8 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
9 وَبَشِيرٌ ve müjdeleyiciyim ب ش ر
İlk âyette kitapta açıklanmış olduğu haber verilen konuların bu âyetlerde yüce Allah’ın emriyle Hz. Peygamber tarafından insanlığa tebliğ edilmiş olduğu bildirilmektedir. Buna göre Hz. Peygamber herhangi bir insan olarak değil, Allah tarafından gönderilmiş uyarıcı ve müjdeleyici bir peygamber olarak insanlığı Allah’tan başkasına kulluk etmemeye çağırmış, Allah’a itaat edenlerin cennete gireceğini müjdelemiş, isyan edenlerin de cezalandırılacağını haber vermiş; insanlığa, tövbe edip Allah’a yönelmelerini, O’na sığınıp lutuf ve bağışlamasını dilemelerini tavsiye etmiştir.
“Belirlenmiş bir vakit” diye tercüme ettiğimiz ecel-i müsemmâdan maksat ömrün sonudur (ecel-i müsemmâ hakkında bilgi için bk. En‘âm6/2).
 Allah’ın, tövbe edip kendisine yönelen insanları belirlenmiş bir vakte kadar dünya nimetlerinden güzelce yararlandırması iki türlü yorumlanabilir: 
 a) Tövbe edip Allah’a yönelen kimse Allah sevgisi ve O’na ibadetle meşgul olduğu için engin bir mânevî zevke ulaşır; Allah’a dayanıp güvendiği için huzuru, mutluluğu artar; maddî bakımdan sıkıntıları olsa dahi manen müreffeh ve mutlu olur. Allah’tan gelen kahrı da lutfu da hoş karşılar; böylece hayatı güzelleşir. Nitekim yüce Allah Nahl sûresinin 97. âyetinde sâlih amel işleyen erkek olsun, kadın olsun müminlere güzel bir hayat yaşatacağını vaad etmektedir. Bu tür bireylerin oluşturduğu aile de toplum da mutlu olur. Buna karşılık inkâr ve isyan içerisinde olan kimse hayattan güzel bir şekilde yararlanamaz, maddî bakımdan dünya nimetleri içerisinde yüzse dahi mânevî bakımdan huzur ve sükûn bulamaz; böylelerinden oluşan bir toplumda faziletin yerini rezalet alır, erdemli kimseler takdir edilmez, ahlâk ve faziletten yoksun kimseler öne çıkar; inançsızlık onları daima huzursuzluğa ve mutsuzluğa götürür.
 b) İnsanlar tövbe edip Allah’a yöneldikleri takdirde Allah onları ömürlerinin sonuna kadar bolluk ve bereket içinde, müreffeh bir şekilde yaşatacaktır. Âyetin zâhirinden böyle bir mânanın çıkarılması mümkün olmakla birlikte realitede yüce Allah, inanan ve doğru bir çizgi izleyen herkese her zaman dünyevî mutluluk ve maddî refah nasip etmediğine göre burada maksat bireysel değil, Allah’ın iradesine uygun ve gerçek anlamda Allah’a yönelenlerin oluşturduğu toplumun refahı olmalıdır (Reşîd Rızâ, XII, 7-8; Esed, 421).
 Meâlinde “fazlası” diye tercüme ettiğimiz fadl kavramı Allah için kullanıldığında “lutuf, kerem, inâyet” anlamına gelir; insanlar için kullanıldığında ise “ziyade, çok, erdem, üstünlük, seçkinlik” anlamlarını ifade etmektedir. Âyette, şirkten vazgeçerek tövbe edip Allah’a çokça itaat eden, erdemliliğe ulaşan herkese yaptığı iyi amellerin karşılığının hem dünyada hem de âhirette verileceği müjdelenmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 146-147

اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ 

 

Fiil cümlesidir. اَنْ  masdariyye veya tefsiriyyedir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  بُ  harf-i ceri ile  فُصِّلَتْ  fiiline mütealliktir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْبُدُٓوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


                                                                                              اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ  


İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. لَكُمْ  car mecruru  نَذ۪يرٌ  ‘e mütealliktir.  مِنْهُ  car mecruru  نَذ۪يرٌ ‘ e mütealliktir. نَذ۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup damme ile merfûdur. نَذ۪يرٌ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

نَذ۪يرٌ -  بَش۪يرٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ 

 

Ayet, önceki ayetin devamıdır. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında  لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَ  cümlesi, masdar tevilinde olup takdir edilen  بَ  harfiyle  فُصِّلَتْ  fiiline mütealliktir. Nehiy harfi  لا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasrla tekid edilmiş masdar-ı müevvel cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

اَلَّا  edatı,  اَنْ  ve lâm-ı nafiyenin birleşmesiyle oluşmuş harftir. Olumsuzluk bildiren  لا  ile istisna harfi  اِلَّا , birlikte kasr ifade ederler. Bu ifadenin manası, “Allah’tan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmek” olur. Kasr fiil ve mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Fiil, mef’ûle kasredilmiştir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

 اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ

 

Beyânî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

إني  yerine  إنٌني  gelmiştir.  إني  de gelebilirdi. Kelimedeki harf sayısı artınca tekid de artar.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve ibtidâ lamı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَكُمْ  ve  مِنْهُ  car-mecrurları önemine binaen amili olan  نَذ۪يرٌ ’a takdim edilmiştir.

بَش۪يرٌۙ  haber olan  نَذ۪يرٌ ‘a atfedilmiştir. Cihet-i camia tezattır.

Müsned olan  نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ  kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına  işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَش۪يرٌ  ve  نَذ۪يرٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Müjdeleyici ve uyarıcı olma özelliği, ben zamirinde cem’ edilmiştir.

Bu ayette “Ben size, O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim” şeklindeki itiraz cümlesiyle peygamberin uyarıcı ve müjdeleyici olduğu ifade edilerek tenbih ve uyarıda bulunulmuştur.

مِنْهُ  kelimesindeki zamir, daha önce geçmiş olan  حَك۪يمٍ  ve  خَب۪يرٍ  lafızlarına racidir. Dolayısıyla mana, “Ben sizin için, O Hakîm ve Habîr (Allah) tarafından gönderilmiş bir nezir ve bir beşirim” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Peygamber Efendimizin uyarıcı olma vasfı müjdeleme vasfından önce zikredilmiştir. 

Burada ”uyarıcılık özelliği öne alınmıştır. Çünkü korkutmak daha önemlidir. Şüphesiz günah ve inkâr pisliklerinden arınmak, sevap ve iman meziyetleriyle süslenmekten önce gelir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

 
Hûd Sûresi 3. Ayet

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ  ...


Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنِ ve
2 اسْتَغْفِرُوا bağışlanma dileyin غ ف ر
3 رَبَّكُمْ Rabbinizden ر ب ب
4 ثُمَّ sonra
5 تُوبُوا tevbe edin ت و ب
6 إِلَيْهِ O’na
7 يُمَتِّعْكُمْ sizi yararlandırsın م ت ع
8 مَتَاعًا nimetlerden م ت ع
9 حَسَنًا güzel ح س ن
10 إِلَىٰ -ye kadar
11 أَجَلٍ bir süre- ا ج ل
12 مُسَمًّى belirli س م و
13 وَيُؤْتِ ve versin ا ت ي
14 كُلَّ her ك ل ل
15 ذِي sahibine
16 فَضْلٍ ihsan ف ض ل
17 فَضْلَهُ kendi ihsanını ف ض ل
18 وَإِنْ ve eğer
19 تَوَلَّوْا yüz çevirirseniz و ل ي
20 فَإِنِّي gerçekten ben
21 أَخَافُ korkarım خ و ف
22 عَلَيْكُمْ sizin hakkınızda
23 عَذَابَ azabından ع ذ ب
24 يَوْمٍ bir günün ي و م
25 كَبِيرٍ büyük ك ب ر

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ

 

Fiil cümlesidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  اَلَّا تَعْبُدُٓوا ‘ye matuf olup mahallen mansubdur. 

اَنْ  masdariyyedir. اسْتَغْفِرُوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تُوبُٓوا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِ  car mecruru  تُوبُٓوا  fiiline mütealliktir.

فَ  karînesi olmadan gelen  يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً  cümlesi mukadder şartın cevabıdır.Takdiri; إن تتوبوا يمتّعكم (Tövbe ederseniz sizi metalandırır) şeklindedir.

يُمَتِّعْكُمْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَتَاعاً  masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.  حَسَناً  kelimesi  مَتَاعاً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecruru  يُمَتِّعْكُمْ  fiiline mütealliktir. مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ‘in sıfatı olup, mukadder kesra ile mecrurdur. يُؤْتِ  fiili, atıf harfi وَ  ile  يُمَتِّعْكُمْ  cümlesine matuftur.  

يُؤْتِ  fiili, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.  كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ذ۪ي  muzâfun ileyh olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti  ي ‘dir. فَضْلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَضْلَهُ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ ; Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayettte iki yerdede müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْتَغْفِرُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsisi, غفر ‘dir. 

Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar. 

يُمَتِّعْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

يُؤْتِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

مُسَمًّى  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.


وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَلَّوْا  şart fiili olup,  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخَافُ  cümlesi,  اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir. عَلَيْكُمْ car mecruru  اَخَافُ  fiiline mütealliktir.  عَذَابَ  mefûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كَب۪يرٍ  kelimesi  يَوْمٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir. Aslı  تتَوَلَّوْا  şeklindedir.  تَ  harflerinden biri hazf edilmiştir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

كَب۪يرٍ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ 

 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki masdar cümlesi olan  اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَ ‘ye atfedilmiştir. Masdar-ı müevvel emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

رَبَّكُمْ  izafetinde Rab isminin muzâf olduğu  كُمْ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Bu izafette Allah Teâlâ’nın iman edenlere ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmek üzere rububiyet vasfını öne çıkaran Rab ismi kullanılmıştır.

Aynı üslupta gelen  ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ  cümlesi tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اسْتَغْفِرُوا - تُوبُٓوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ  [Rabbinizden mağfiret isteyin] cümlesi ve  ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ  [sonra O’na tövbe edin] cümlelerinde anlatılan konunun izahı hakkında alimler şu değişik izahları yapmışlardır:

Birinci izah: Ayetteki  اَنِ اسْتَغْفِرُوا  kelimesi “Rabbinizden, günahlarınızı bağışla­masını isteyiniz” manasındadır. Cenab-ı Hak, daha sonra, bağışlanmanın tevbe vasıtası ile isteneceğini beyan ederek, “sonra O’na tövbe edin” buyurmuştur. Çünkü tövbeye götüren ve ona teşvik eden şey mağfiret istemek demek olan istiğfardır. Bu da, Allah’tan mağfiret talep etmenin yolunun, ancak tövbe etmekten geçtiğine delalet eder. Durum da gerçekten böyledir. Çünkü günahkâr, hak yoldan yüz çevirmiş demektir. Hak yoldan yüz çevirmeye devam eden kimsenin, bundan dönmediği (tövbe etmediği) müddetçe, bizzat maksûd olana yönelmesi mümkün değildir. O halde bizzat maksûd olan, matlûba yönelmektir. Fakat bu da, ancak matlûba zıt şeylerden yüz çevirmekle mümkün olur. Binaenaleyh istiğfarın bizzat matlûb olmasından ve tövbenin de istiğfarın tamamlayıcısı olmasından dolayı, matlûb oldukları ortaya çıkar. Varlık bakımından sonra olan, istenme hususunda önce olabilir. İşte bundan dolayı istiğfar tevbeden önce zikredilmiştir.

İkinci izah: Bu, “Geçmiş günahlarınızdan mağfiret talep edin ve gelecek günahlarınız hususunda da Allah’a tövbe edin, yani yönelin” demektir.

Üçüncü izah: Bu, “şirkten ve günahlardan istiğfar edin, sonra da batıl işlerden Allah’a dönün” demektir.

Dördüncü izah: İstiğfar, Allah’tan, uygun olmayan şeyi gidermesini istemek; tövbe de, insanın uygun olmayan şeyleri gidermeye sa’y-ü gayret etmesidir. Binaenaleyh kişinin, ancak Mevlasından istemesine delalet etsin diye, önce istiğfar zikredilmiştir. Çünkü insanı ona muktedir kılan, Allah Teâlâ’dır. İstiğfardan sonra tövbe zikredilmiştir. Çünkü tövbe, insanın yaptığı ve sayesinde kötülükleri giderebildiği bir ameldir. Allah’ın fazlından medet ummak, kişinin kendi gayretinden medet ummasından önce gelir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ

 

Şart üslubundaki terkip, müstenefedir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Takdiri, … إن تتوبوا  (Eğer tevbe ederseniz…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Şart edatı ile fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. «- bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..» (Âl-i İmrân, 31.) ayeti buna misaldir. Bu ayette hazif eğer bana uyarsanız, şeklindedir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.2 s.172)

Emir, nehy, soru, temenni gibi talep bildiren durumlardan sonra başında  ف  harfi bulunmayan, karşılık ve sonuç (ceza) ifade eden bir muzari fiil geldiğinde söz konusu muzari fiil de meczûm olur. Çünkü o cümlede şart ve cezâ anlamı bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle talep bildiren cümleden sonraki muzari fiil, öncesindeki talebin karşılığı veya sonucudur. (Yunus İnanç Dr. Öğr. Üyesi, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı, Karaman) 

مَتَاعاً , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir. Takdiri  تمتيع  şeklindedir. 

حَسَناً  kelimesi  مَتَاعاً  için, مُسَمًّى  ise  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يُمَتِّعْكُمْ  fiiline müteallik  اِلٰٓى اَجَلٍ  car-mecrurundaki nekrelik, kıllet ifade eder.

يُمَتِّعْكُمْ - مَتَاعاً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. 

Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen  وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَضْلٍ ’deki nekrelik, kesret ve tazim ifade eder.

Bu ayette geçen  فَضْل  kelimeleri arasında tam cinâs ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır. Bu kelimelerin harflerinin nev’i, adedi, tertîbi aynıdır. Ancak ilk geçen kelime “salih amel” manasında ikinci geçen kelime ise “Allah’ın lütfu” anlamındadır.

Veciz ifade kastına matuf  فَضْلَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzaf olan  فَضْلَ , şan ve şeref kazanmıştır.

حَسَناً - فَضْلٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Niçin dünya menfaatlerine meta adı verilmiştir? Cevap: Onların adiliğine ve ahiret yanında azlığına dikkat çekmek için. Ayrıca Cenab-ı Hak, “Belirlenmiş bir müddete kadar” ifadesi ile de, dünya menfaatlerinin sonlu olduklarına dikkat çekmiştir. Böylece bu ayet, dünya menfaatlerinin değersiz, adi ve sonlu olduklarına delalet etmiş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

  

وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen terkipte  اِنْ تَوَلَّوْا  cümlesi, şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

تَوَلَّوْا  fiili burada inkâr, inat ve büyüklenme anlamında müstear olarak kullanılmıştır. 

تَوَلَّوْا  kelimesinde gerilmek, gazaplanmak ve reddetmek manaları da vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s. 68)

فَ  karînesiyle gelen فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ  şeklindeki cevap cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ  cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْكُمْ  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Az sözle çok anlam ifade etmiş olan  عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ  izafeti, اَخَافُ  fiilinin mef’ûlüdür.

كَب۪يرٍ , muzâfun ileyh olan  يَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ  ibaresinde izafetinde istiare sanatı vardır. يَوْمٍ , maddi bir varlık sıfatı olan büyük manasındaki  كَب۪يرٍ  ile tavsif edilerek kişileştirilmiştir. Ayrıca  عَذَابَ يَوْمٍ izafetinde azap, güne isnad edilmiştir. Aslında azabın sebebi gün değil, o günde yaşananlardır. Bu üslup, o gündeki azabın korkunçluğunu vurgulamak için sebep müsebbep alakasıyla yapılan mecaz-ı mürsel sanatıdır. Bu ifadede ayrıca mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

عَذَابٌ ; hale uygun ve tabiata münasip demektir. Mekruh şeyler ve ceza için kullanılması da o kişinin haline cezanın uygun olması sebebiyledir. Kökünde şiddet manası olmadığı için Kur’an’da çoğunlukla makama uygun bir sıfatla gelmiştir.

يَوْمٍ - اَجَلٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ  [Büyük bir günün azabı] ibaresinde azabın büyük güne izafeti, azabın korkunçluğunu ve şiddetini ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir; Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

يَوْمٍ كَب۪يرٍ ‘ deki nekrelik, büyük günün azamet ve önemine binaendir.  فَضْلٍ  ve  مَتَاعاً ’deki tenkir teksir ifade eder.  

Hûd Sûresi 4. Ayet

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


Dönüşünüz ancak Allah’adır. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَى
2 اللَّهِ Allah’adır
3 مَرْجِعُكُمْ dönüşünüz ر ج ع
4 وَهُوَ ve O
5 عَلَىٰ üzerine
6 كُلِّ her ك ل ل
7 شَيْءٍ şey ش ي ا
8 قَدِيرٌ güç yetirendir ق د ر

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

İsim cümlesidir. اِلَى اللّٰهِ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرْجِعُكُمْۚ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى كُلِّ  car mecruru  قَد۪يرٌ ‘e mütealliktir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur.

عَلَى  harf-i ceri mecruruna istila, rağmen, karşı, hal gibi manalar kazandırabilir. Burada istila manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَد۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ 

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

اِلَى اللّٰهِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرْجِعُكُمْ  muahhar mübtedadır.

Onlar için korkmanın sebebini bildiren cümle, fasılla gelmiştir. Car mecrurun amiline takdim edilmesi, ihtimam ve takviye içindir. Bununla murad edilen kasr manası değildir. Çünkü öldükten sonra geri döndürüleceklerine değil, başkasına döneceklerini zannediyorlardı. مَرْجِعُكُمْۚ , ne kadar uzun zaman olursa olsun kurtuluşun olmadığını ifade etmek üzere, bilinen zamandan kinayedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr, Şuarâ/113)   

مَرْجِعُكُمْ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْ  ibaresinde car mecrur takdim edilmiştir. Bu söz, hasr (sadece) manası ifade eder. Yani, “Dönüşünüz başkasına değil, sadece Allah’a olacaktır” demektir. 

Binaenaleyh bu ayet, orada Allah’tan başka bir yöneticinin ve tasarruf edenin olmadığına delalet eder. Durum, bu dünya hayatında da aynıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelam, günün büyüklüğü için bir açıklama ve korku için de illet mahiyetindedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘ la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  car mecruru, ihtimam için amili olan  قَد۪يرٌ۟ ‘a takdim edilmiştir. 

شَيْءٍ ’deki nekrelik, kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

Hûd Sûresi 5. Ayet

اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  ...


İyi bilin ki onlar, O’ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar. Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَا iyi bilin ki
2 إِنَّهُمْ onlar
3 يَثْنُونَ bükerler ث ن ي
4 صُدُورَهُمْ göğüslerini ص د ر
5 لِيَسْتَخْفُوا gizlenmek için خ ف ي
6 مِنْهُ ondan
7 أَلَا yine iyi bilin ki
8 حِينَ ne zaman ح ي ن
9 يَسْتَغْشُونَ bürünseler غ ش و
10 ثِيَابَهُمْ elbiselerine ث و ب
11 يَعْلَمُ bilir ع ل م
12 مَا şeyleri
13 يُسِرُّونَ gizledikleri س ر ر
14 وَمَا ve şeyleri
15 يُعْلِنُونَ açığa vurdukları ع ل ن
16 إِنَّهُ şüphesiz O
17 عَلِيمٌ bilendir ع ل م
18 بِذَاتِ olanı
19 الصُّدُورِ gönüllerde ص د ر
Müşriklerin Hz. Peygamber’e sırtlarını dönmeleri mecazi anlamda olup onun Allah’tan getirdiği gerçekleri kabul etmediklerini, bu çağrıya kulak vermediklerini ifade etmekte, aynı zamanda akıl ve kalplerini bâtıl inançlarla örtmüş olduklarına, bu sebeple gerçeklere karşı kapalı ve duyarsız kaldıklarına işaret etmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Nûh’un davetini kabul etmeyen inkârcıların davranışları hakkında da bu tür ifadeler kullanılmıştır (krş. Nûh 71/7).
 Bazı rivayetlere dayanarak âyeti zâhirî anlamında alıp “Hz. Peygamber yanlarından geçerken müşriklerin onu görmemek ve ondan Allah kelâmını işitmemek için sırtlarını çevirdikleri, elbiselerini başlarına çektikleri” şeklindeki yorum (bk. Râzî, XVII, 185; Elmalılı, IV, 2755) bizce zayıftır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 147-148

ثنى Seneye : Bu kelimede iki asıl anlam mevcuttur. Biri katlamak, bükmek veya iki kat yapmak; diğeri ise sayı olan iki anlamıdır. Dolayısıyla bu köke ait kelimelerin kullanımlarında ya sayı anlamı ya da içinde bulunan tekrarlama manası göz önünde bulundurulur. Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de sureleri مَثانِي olarak adlandırmıştır. Çünkü sureler zaman geçtikçe tekrar tekrar okunur/ yazılır ve yinelenir. Kuran için مَثانِي denmesi şu açıdan da doğrudur; zaman içinde şartlar ve durumlar değiştikçe O’nun faydaları yenilenerek ve tekrarlanarak ortaya çıkmaktadır. Birde bu kelimenin senâdan gelme ihtimali de vardır ve ثَناءٌ hakkında da şöyle denmiştir: Senâ insanların zikredilen/anılan övgüye değer özellikleri ya da işleridir. Bunlar zamanla tekrarlanırlar. مَثْنَى ise ikişer demektir. Bu köke ait Türkçede de kullandığımız اِثْتِثْناء istisnâ sözcüğü daha önce geçen bir ifadenin genel hükmü içinden bir bölümü dışarıda tutmak ya da sözün tamamının hükmünü kaldırmaktır. ألإثْنَيْنِ ise (Arap literatüründe haftanın pazar günü başladığı göz önüne alınarak) ikinci gün olan pazartesinin ismidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (medhu) senâ, esnâ, saniye, müsennâ, istisnâ, müstesnâ ve mesnevîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

  ثوب Sevebe : ثَوْبٌ : Bu kelimenin aslı bir şeyin daha önce bulunduğu hale ya da düşünce olarak amaçlanmış ve düzenlenmiş hale dönmesidir. Tarifin ikinci kısmı için aynı kökten gelen elbise ثَوْبٌ kelimesini örnek vererek şöyle bir izah yapılabilir: öncesinde düşünce olarak elbise şeklinde tasarlanarak eğrilmiş olan ipin elbise haline gelmesiyle sanki düşüncedeki haline geri döndüğüdür. Çoğulu أثْوابٌ ve ثِيابٌ dur. Elbise kelimesinin bazı ayetlerde kişinin nefsinden kinaye olduğu da söylenmiştir. Bu kökten olan ثَوابٌ sevap ibaresi insanın yaptıklarının karşılığı olarak geri dönen şeydir. Sevap kelimesi iyilik için de kötülük için de kullanılır. Fakat yaygın anlamı daha çok iyilikle/hayırla olanıdır. إثابَةٌ İsâbet sözcüğü sevilen, hoşlanılan şeylerle alakalı kullanılır. Ancak bazen istiare yoluyla kerih görülen/ hoşlanılmayan şeyler hakkında da kullanılmıştır. Tef’il babındaki ثَوَّبَ/ تَثْوِيبٌ formu ise Kuran’da yalnızca hoşa gitmeyen şeyler hakkında kullanılmıştır. Yine bu köke ait مَثابَةٌ kelimesi Kuran’da ya insanların zamanlar boyunca kendisinden sevap kazandığı yer ya da içinde sevabın kazanıldığı yer anlamında geçmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 28 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sevap, esvap ve mesâbedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ 

 

İsim cümlesidir. اَلَٓا  tenbih edatıdır.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَثْنُونَ  cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَثْنُونَ  fiili  نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. صُدُورَهُمْ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi,  لِيَسْتَخْفُوا  fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını sebep bildiren masdara çevirmiştir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  يَثْنُونَ  fiiline mütealliktir.

يَسْتَخْفُوا  fiili  نَ’ nun hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُ  car mecruru  يَسْتَخْفُوا  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra.Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلَا ; konuşmacı dinleyenlerin dikkatini çekmek,onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır.Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

يَسْتَخْفُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsisi,  خوف ‘dir. 

Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar. 


 اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ 

 

اَلَا  tenbih edatıdır. ح۪ينَ  zaman zarfı,  يَعْلَمُ  fiiline mütealliktir. يَسْتَغْشُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَسْتَغْشُونَ  fiili نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  ثِيَابَهُمْ  mefûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَسْتَغْشُونَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsisi, غشو ‘dir.


يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mefûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُسِرُّونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُسِرُّونَ  fiili  نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا يُعْلِنُونَ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile  مَا يُسِرُّونَ  cümlesine matuftur.

يُعْلِنُونَۚ  fiili  نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir.Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُسِرُّونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi سرر ’dir.  

يُعْلِنُونَۚ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  علن ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak damme ile merfûdur.  بِذَاتِ  car mecruru  عَل۪يمٌ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الصُّدُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. .

عَل۪يمٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade etmiş tenbih edatıdır.  اِنَّ  harfi ve اَلَٓا  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve اَلَٓا , isim cümlesi sebebiyle birden fazla tekit unsuru taşıyan çok muhkem cümlelerdir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan   يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُ  cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُ  cümlesi masdar teviliyle  يَثْنُونَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْهُ  car-mecrurundaki  هُ  zamiri Allah Teâlâya aiddir.

صُدُورَهُمْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ  ibaresi Hak’tan dönerler/vazgeçerler/O’na muhalif olurlar/uzaklaşırlar ve O’ndan ayrılırlar demektir. Çünkü bir şeye yönelen/kabul eden ona göğsünü/yüzünü/ ön cephesini döner. Kim yüz çevirir ve saparsa sırtını döner. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

ثني الصدر  ibaresinde istiare vardır. Çünkü  ثني ’in gerçek anlamı olan ‘’dürme” göğüsler (kalpler) için uygun düşmez. O yüzden -Allahu a’lem- bununla kastedilen, onların Allah’a ve elçisine -Allah ona ve ehline salat etsin- düşmanlığı kalpleri içinde dürüp saklamalarıdır. هذا لامرفي الطى الضمير (Şu iş kalbimin katmanı içindedir) diyenin sözü gibidir ki ‘’kalbim onu kaplamıştır’’ demektir. Bu durumda Allah Teala’nın  يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ  [göğüslerini bükerler] (bu şekilde güya içlerindeki kötü fikirlerin üstünü örtüp saklarlar) ifadesi  يطأون صدورهم (göğüslerini katlayıp dürerler) sözü konumundadır. Burada  يَثْنُونَ  lafzı tınısı kulağa daha hoş geldiği ve daha güzel mecaz (Göğüs bükmek/dürmek, kalp içinde bir şey gizlemekten kinaye veya istiare mecazı olur) olduğu için  يطأون ye yeğlenmiştir. Yine denildiğine göre bu tabirin anlamı şöyledir. Münafıklar bir araya geldiklerinde aralarında fısıltıyla konuşurlar; konuştuklarını Müslümanların işitmesinden, gözlerin görmesinden, insanların suizanda bulunmasından çekindikleri için ikili konuşmaları esnasında sırtlarını dönüp birbirlerine yaslanırlar. Böylece akılları sıra, sırtları arkaya eğilince de kalpleri örtülmüş (kötülükleri saklanmış) olur. İşte bu sebeple Allah Teâlâ, onlar konuşmalarını kimse duymasın diye kapılarını kapasalar, perdelerini çekseler, elbiselerine bürünseler veya -bir görüşe göre – başlarını elbiselerinin içine soksalar bile, onların göğüslerinin içindeki gaip/gizemli şeyleri, kalpleri içindeki saklı sırları, gözlerindeki bakışları, dillerinden çıkan kurnazca ifadeleri bilmektedir. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları) 

Ayetteki  اَلَا  edatı dikkat çekmek içindir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak ilk önce, Hazret-i Peygamber'den hallerini saklamak için ondan yüz çevirdiklerine dikkat çekmiş, sonra da onların bu gizlemeyi istedikleri vakte yani elbiselerine büründükleri zamana dikkat çekmek için  اَلَا  lafzını tekrar etmiştir. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: "Dikkat et ki onlar, Allah'tan saklamak için, O'ndan yüz çeviriyorlar. Dikkat et ki onlar, elbiselerine büründüklerinde birşeyler saklıyorlar." Daha sonra Cenab-ı Hak, onların bu saklayıp gizlemelerinde bir fayda olmadığını, "Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliyor" ifadesiyle belirtmiştir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l -Gayb)


 يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ 

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , dikkat çekmek için gelen ve tekid ifade eden tenbih edatıdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  ح۪ينَ  zaman zarfı, ihtimam için, amili olan يَعْلَمُ  fiiline takdim edilmiştir.

ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ  izafetinde zaman zarfı  ح۪ينَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki  يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَعْلَمُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘ nın sılası olan  يُسِرُّونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede aynı üslupla gelen ikinci mevsûl, öncekine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.   يُسِرُّونَ - يَسْتَغْشُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

يُسِرُّونَ  [Gizliyorlar] ile  يُعْلِنُونَ  [Açığa vuruyorlar] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Ayette geçen  يُسِرُّونَ  kelimesi, gizlerler manasında olup Türkçede bu kökten sır ve esrar kelimesini kullanmaktayız. Benzer şekilde  يعلنون  da açığa çıkardılar demek olup aleni kelimesi buradan dilimize geçmiştir.

يَعْلَمُ - يُعْلِنُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Önce  يسرون ‘nun sonra  يُعْلِنُونَۚ  gelmesinin sebebi, kafirlerin, müminlerle beraber iken küfürlerini gizlediklerini, kendi kendilerine kaldıklarında da açığa çıkardıklarına işaret etmek içindir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 697)

Ayette sırrın, gizli olanın, açıkça bilinenden önce zikredilmesi; onların yaptıklarını daha baştan teşhir etmek, rezil rüsva olacaklarını bildirmek, kaçındıkları halin gerçekleşeceğini haber vermek,  Allah'ın (c.c) iki ilminin eşit olduğunu en mükemmel şekilde tespit etmek içindir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ  ibaresi hakkında Rûhu'l Meânî'de şöyle yazılıdır: Bu cümlede  مَا  harfi ism-i mevsûldür. Aid zamir mahzuftur. Yani onların sapkın inançlarından gizledikleri şeyleri, sana olan düşmanlıklarını ve benzeri şeylerin hepsini bildiğimiz gibi; şirk koşmak, seni yalanlamak gibi açıkladıkları her şeyi de biliyoruz, demektir.

Bu harfin masdariyye olması da caizdir. Yani onların gizlediklerini ve açıkça yaptıklarını biliyoruz demektir. Bu durumda mef’ûller mahzuftur ya da bu fiiller lâzım menziline konmuştur. İlk akla gelen mana evlâdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.352)


اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  عَل۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

بِذَاتِ الصُّدُورِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘a mütealliktir.

بِذَاتِ الصُّدُورِ [kalplerin sahibi] ifadesinde istiare vardır. Kalp, satın alınarak sahip olunan bir mala benzetilmiştir.

Kalp yerine صُّدُورِ  kelimesinin gelmesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; ‘’Allah sînelerin özünü bilir.’’sözü, melzûm; ‘’Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker’’manasıdır. 

Ayrıca ifadede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. Bu ifadede Allah sînelerin özünü bilir manasına, gereken karşılığı göreceksiniz manası idmac edilmiştir.

Ayrıca bu cümlede tağlib sanatı vardır. Allah Teâlâ her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.

Bu cümle, ‘onlar sizin kitabınıza inanmazlar’ manasında tarizdir. 

يُعْلِنُونَ - يَعْلَمُ  - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's- sadr sanatları vardır.

اَلَٓا , هُمْ , الصُّدُورِ  ve  مَا ’ların tekrarında reddü'l-acüz ale's- sadr sanatı vardır.

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.

Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

Bu ayetteki tekid, hem binasında hem de manasındadır. Binasındaki tekidler açıkça görülür. Bu konunun asıl unsuru olan  اِنَّ  harfiyle tekid edilmiştir,  عَل۪يمٌ  kelimesi mübalağa sıygasındadır ve  بِذَاتِ الصُّدُورِ  tabiri geçmiştir. Burada  فِي الصُّدُورِ  buyurulmamıştır, çünkü  عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  sözü, onun zatını, hakikatini ve onun etinin, kanının içinden akıp geçenleri vs. bilmeyi ifade eder. Bunları bildiği konusunda en ufak bir şüphe yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Şura/28, c. 3, 173)

Ayette kalpler olarak tercüme edilen صدور  kelimesinin müfredi olan  صدر  (sadr) kelimesi, sözlükte “göğüs, sine, vücudun boyunla karın arasında bulunan ve kalp, akciğer vb. organları içine alan bölüm” demektir. Burada mahalliyet alakasıyla  صدر (sadr) kelimesiyle kalp veya akıl kastedilmiş olabilir. Mahal zikredilmiş, fakat o mahallin içindeki kalp kastedilmiştir. (Tahir Taşdelen, Mülk Suresi’nin Edebi Tahlili Ve Türkçe Kur’ân Mealine Yansıması)

بِذَاتِ الصُّدُورِ  kelimesinden murad, kalpler de olabilir. Yani Allah kalpleri ve hallerini hakkıyla bilendir. Onun için hiçbir sır O'na gizli kalmaz. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Günün Mesajı

Hud/1. ayette “ayetlerin sağlam kılınması”ndan maksat, onların hem lafız hem de anlam bakımından bozukluk, eksiklik ve çelişkiden uzak bulunması, başka bir kitap tarafından hükmünün kaldırılmamış olmasıdır.

Ayetlerin “açıklanmış” olması ise şu şekillerde de yorumlanmıştır:

a) Kur'an'ın sûrelere, sûrelerin ayetlere ayrılmış, ayetlerin de farklı konulara ait olması;

b) Ayetlerde insanların dünya ve âhiret hayatlarında muhtaç oldukları şeylerin, ana hatlaryla açıklanmış olması;

c) Ayetlerin yirmi üç yılda ihtiyaçlara göre parça parça inmiş olması.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Güneşin alnında, bilinmezliğe yürüyen iki kişi. Biri yetişkin, diğeri çocuk.

Belirsizliklerin gölgesindeki endişelerle meşgul olmak yerine, çocuğun annesi, kendi babasından işittiği öğütleri anlatıyordu. Sonrasında çocuğa tekrar ettiriyor, yanlış anladığı yerleri düzeltiyordu:

Canım evladım! Söyleyeceklerimi iyi dinle. İnanarak kalbinde barındır. Dünya zorluklarla dolu ama hepsi geçici. Sonsuz olan Allah’ın merhameti ve ahireti. Nefsin kendisini yalnızlaştırmaya meyilli ama Rabbin seninle. Vesveseler yaşadıklarını anlamsızlaştırmaya meyilli ama Allah katında her anın kayıtlı ve her çaban kıymetli.

Hem ahiretinde, hem de dünyanda kazanmak için elinden geleni yap. Hem kalbini, hem de bedenini kötülüklerden korumak için her türlü tedbiri almaya bak. Dualarını yalnız dilinle değil, halinle de destekle. İyilikle ya da kötülükle karşılaştığında, her emek tanesini bilen ve mükafatsız bırakmayacak olana dayan.

Binlerce parçalık yapbozun, bir kaç eksik parçasının peşinden, ısrarla koşma. Sahip olamadıklarına üzülmekle vakit kaybetmeden, sahip olduklarının değerini bil ve onlarla yürü. Her şeye kadir olduğunu inandığın Allah’a olan dualarını kendi dilinle ve hareketlerinle daraltma, olabildiğince ferah tut. Bildiğini sandığın tek bir hayra odaklanma. Allah’ın nice hayırlarının içinden, senin için hem hayırlı, hem de gönlünü aydınlatacak olanları vermesini dile.

Zorlandığında-başardığında, üzüldüğünde-sevindiğinde, kırıldığında-affettiğinde, daraldığında ya da ferahladığında. Hangi halin içinde olursan ol, daima Rabbine koş. Dünyada dermanı verilen, ahirette de mükafatı kazanılan her derde. Zorlukların ardından gelen kolaylıklara, istemeden nasip edilen güzelliklere hamd edesin. Nefsinin şikayetlerinden ötesini, kalbinin Allah’la huzur bulan halini işitesin. Allah’ın rızasını kazananlarla yarışasın, razı olduğu kullarıyla beraber anılasın. Maddi ve manevi, her türlü eziyet zerresinden arınacağın cennet hayatına kavuşasın.

 

Ey kalplerimizin içini bilen Allahım! Bizi; iki cihanda da iyilik verdiğin, bağışladığın, razı olduğun, azabından koruduğun ve merhametinle kuşattığın kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji